Burada, bulunduğumuz şehirdeki bir evi ziyaret edeceğiz. Bahçe içinde iki katlı. Çoğu insanın hayal ettiği kadar güzel bir ev. Yeni biçilmiş çimenlerle kaplı bahçenin ortasında, bembeyaz. Bahçedeki ağaçlar eski, dalları çimenleri güneşin ışığından korumak için yayılmış. Hayal edebiliyorsunuz değil mi? Yanımda olup görmeniz mümkün değil çünkü. İçeride, mutfaktaki adamı fark etmişsinizdir. Yeni yaptığı bitki çayını içmek için soğumasını beklerken camdan dışarı bakıyor. Yüzünde tatlı bir mutluluk ifadesi. Sokaktan gelip geçen insanlara bakıp tebessüm ediyor. En az onun kadar mutlu olmalarını ister gibi. Çayından bir yudum alıyor ama tadı hoşuna gitmedi. Dolapta görünce denemek istemişti. Belki biraz limon… evet o tadını güzelleştirebilir. Buzdolabına bakıyor ama limon yok.
“Yabancı olduğun yerde aradığını bulmak zor” diye mırıldanıyor.
Bardağı tezgahın üstüne bırakıp ellerini cebine sokuyor. Burada işi bitti nasıl olsa. Dışarıda bir yerde durup kahve içmeli. Bu kadar güzel bir günün ardından hak etti. Hissediyorsunuz değil mi mutluluğunu? Yalan söylemediğinizi umuyorum. Dışarıda güneş öylesine güzel parlıyor ki görmeniz lazım. Mutfaktan dışarı çıkıyor adam. İlk kez bulunuyor bu evin içinde. Defalarca önünden geçti gerçi. Fakat siz o anları görmediniz. Kimse gelip size anlatmaya tenezzül etmedi. Peki neden biliyor musunuz? Neden bu evin önünden defalarca geçti sizce? Aklınıza kötü nedenler geliyor, hissediyorum. Oysa yanılıyorsunuz. Çektiği vicdan azabını dindirmek için. Şaşırdınız değil mi? Kötü şeyler düşündünüz, hadi itiraf edin. Hayal ettiğiniz kadar kötü biri değil o.
Adamımız daha önce böyle bir şey hissetmedi. Hem de hiç! Hatalar yaptı elbette, neticede o da insan. Fakat ufak tefek şeylerdi hepsi. Sonra bir gece işinden çıkıp evine doğru giderken Gamze’yi gördü. Uzun boylu, beline kadar uzanan kıvırcık saçlı, çekici ve güzel. Uzun zaman olmuştu. Söz vermişti kendine. Soğuk bir kış akşamı kanla boyanmış karlar üzerinde. Kimseyi öldürmeyecekti bir daha. Ama bu… bu başkaydı. Bu güzelliğe sahip olmalıydı. Nasıl olacağını anlıyorsunuz değil mi? Basit ve gelip geçici cinsellikten bahsetmiyoruz burada. Güzelliğin kendine, sonsuza kadar hatırlayabileceği son anına sahip olma. Öyle de yaptı. Çok güzeldi, her anı ve ayrıntısı ile.
Haberleri okur. Her sabah, hem de hiç aksatmadan. Gamze’nin anne ve babasının fotoğrafını gördüğü ilk an. Yüzlerindeki mutsuzluk. Hissetmediği tuhaf bir his, vicdan azabı. Onları Gamzesiz bırakmanın sorumluluğunu fark etmek. Öyle yaşayamazdı. Bunu anlamanız lazım. Hiç kimse öylesine derin bir vicdan azabı ile yaşayamaz. Sonrasını tahmin edersiniz. Evlerini buldu. Zaten çok zor şeyler değil bunlar artık. Günler boyu dolaşıp durdu evin etrafında. İkisinin aynı anda evde olduğu zamanı denk getirebilmek için. Dün gece, istediği anın geldiğini fark etti. Arka kapıdan girdi eve. Önce Gamze’nin annesini, ardından babasını öldürdü. Başka ne yapabilirdi ki? Ölene kadar o acıyla yaşamalarına izin vermek vicdansızlık olacaktı.
Evden çıkıp arabasına doğru yürürken “Kahvenin yanında bir dilim de pasta” dedi.
Kendi kendine gülümsedi. Fikri hoşuna gitti. Eskisi gibi rahat ve huzurlu hissetmek. Koşuya çıkmış bir kadın yanından geçerken ona çarptı.
Kadın, “Özür dilerim” dedi duraksayıp. Yüzünde mahcup bir ifade.
“Rica ederim, olur mu öyle şey. Asıl ben özür dilerim, sizi fark etmeden aceleyle çıktım”
“Tekrar kusura bakmayın” deyip devam ediyor kadın. Koşusunun bitmesine var ve yapması gerekeni yaptı.
“İyi insanlar hala var” gerçekten diyor adam arabasına binerken. Onlardan biri olduğunu bilmek çok güzel. Bu güzel günün tadını çıkarmalı o halde. Gece, huzurlu bir uykudan evvel…