Teşhis (1. Bölüm)

Hastalık teşhisi konduğunda,
“Bir yıl, belki daha az vaktiniz var” demişti doktor. Sarışın,
kilolu, kendisine fazla güvendiği belli olan, gözlükleri üstünden
konuşmayı seven bir kadındı. Sahte bir üzüntü eklemeye
çalışmıştı ses tonuna. Çiğ, oraya ait olmadığı belli olan
gereksiz çaba. “Size büyük umutlar vadetmek istemiyorum ama kemoterapi ile bu süreyi uzatmamız mümkün olabilir”. Başka doktorlara gitmişti ardından. Öyle ya, biri
size öleceğinizi söylediğinde kolayca kabul etmeniz mümkün
olmuyor. Aşağı yukarı aynı şeyi söylemişti hepsi. Sadece biri
ameliyat tavsiye etmişti. Beynindeki tümör oldukça zor bir
yerdeydi, alınması ölümcül olabilirdi ama başarırlarsa…
ama… altı ay kadar fazla yaşayabilirdi. “İki farklı yerde
tümör var” demişti aynı doktor. “Birinin büyüyeceğini
tahmin ediyorum. Onun oluşturduğu baskı dayanılmaz olacaktır.
Sizi daha uzun yaşatamasak bile en azından ağrılarınızı
azaltabiliriz”. İnsanlar da bir sürü şey söylüyordu. Çoğu
anlamsız, teskin edici cümleler. Ne yapması gerektiğini anlatan
tavsiyeler. Söylenmesi gerekli ezberler peş peşe sıralanıyordu
genelde. Ameliyat olmak istemiyordu. Kalan kısacık vaktini, sonunda
ne olacağı belli olmayan bir şey için harcamayacaktı. Fakat iyi
kötü bir şeye karar vermesi gerekiyordu. İlaç tedavisine
başlayacak mıydı, başlamayacak mıydı. Bunun için yalnız
kalmaya ihtiyacı vardı ama kendi kendiyle kalmasına müsaade
etmiyorlardı. Sonunda kimseye haber vermeden bir otelde yer
ayarladı. Yola çıkmadan önce; peşine düşeceklerini tahmin
ettiğinden, en yakın arkadaşını arayıp haber verdi. Kısa süre
sonra dönecekti.
İlk ağrı beynine
saplandığında üç gündür oradaydı. Psikolojik olduğunu
düşündü. Böyle bir ağrıyı daha önce tatmamıştı ve teşhis
konulalı henüz birkaç gün olmuştu. Giderek artan ağrı yüzünden
bayıldığında öyle olmadığını anladı. Buna uzun süre
dayanamazdı. Tedavi olmalıydı. Kendine gelir gelmez eşyalarını
topladı, resepsiyonu arayıp taksi çağırmalarını istedi ve
dışarı çıktı. Odasından çıkıp asansöre doğru ilerlerken
yanından geçen adam odasına sakladığı uyuşturucuyu
düşünüyordu. Dönüp arkasından baktı. Adamın konuşmadığından
emindi. On yıldır gizli gizli uyuşturucu kullanıyordu. Hızlı
adımlarla koridorda ilerleyen otel görevlisi az önce boş
odalardan birinde seks yaptığı diğer bir görevliyi hayal
ediyordu. Gözleri karardı. Düşmemek için duvara yaslandı. Bir
tuhaflık vardı. Ya deliriyordu ya da gerçekten insanların
zihninden geçenleri… hayır öyle bir şey olamazdı. Deliriyordu!
Lanet hastalık onu delirtiyordu. Zar zor kendini toparlayıp
asansöre bindi. Ondan başka iki kişi vardı. Biri az önce
karısını aldatmıştı. Diğer adam gözlerinin içine bakarak
tebessüm etti. Onunla sevişmeyi hayal ediyordu. Kesinlikle
deliriyordu. Duymaktan çok daha berraktı hissettikleri. Kafasını
öne eğip asansörün lobiye inmesini bekledi. Onunla sevişmeyi
düşünen adam yeniden tebessüm etti. Bakmasına gerek yoktu.
Tebessüm ettiğini biliyordu.
Koşarcasına
otelden çıktı. İlk uçak ve ardından eve uğramadan doğruca
hastane. Çok korkmuştu. Hastalık bir tarafa da aklını kaybetmek
istemiyordu. Doktor söylediklerini büyük bir ciddiyetle dinledi. O
sırada ilaç şirketiyle beraber yaptığı usulsüzlüğü
zihninden geçirmemeye çalıştı. Korkmuştu! Doktor sakin bir
sesle, “Böyle bir şeyin olması mümkün değil Can Bey.
Muhtemelen hastalığa bağlı bir tür psikoz. Zaten size
antidepresan vereceğim, kısa zamanda düzelir. Sıkıntı yapmayın”
derken banka hesaplarını yurt dışına çıkarmayı düşündü.
Risk alamazdı. Gerçekten korkmuştu. Doktor bir iki yere telefon
açtı. Üç gün sonraya kemoterapi için randevu verdi. Hemen
başlaması için antidepresan yazdı. Teskin edici bir şeyler
söyledi. Ve korkusunu belli etmemeye çalışarak onu uğurladı.
Doğruca eczaneye,
oradan da eve gitti. İlaçlarını alıp hissettiği şeylerin
geçmesini bekledi. Çalan telefonlarına cevap vermedi. Yalnız
kalmak istiyordu. En azından ilaçlar etkisini gösterip hissettiği
saçmalıklar bitene kadar yalnız kalmalıydı. Gece yarısını
geçene kadar salondaki koltuğunda öylece oturdu. Başına gelen
şeyin ağırlığı, önünde duran ölüm, hastalık… her şey
zihninden akıp geçti. Ağlamak istedi ama başaramadı. Oysa biraz
rahatlayabilirdi. Kendi kendine sinirlenip ayağa kalktığında
beyninin sağ tarafına kurşun saplanmış gibi bir ağrı girdi.
Sendeleyerek dizlerinin üstüne çöktü. Az önce karanlığın
içinde seçebildiği eşyalar kaybolmuştu. Bayılmak istemiyordu.
Başına gelenleri hak etmemişti. Bu hastalığı hak etmemişti.
Yaşadığı ağrıyı hak etmemişti. Ağrı beyninin her tarafına
yayıldı. Ve daha fazla dayanamayarak yere yığıldı.
Bayılmıştı…

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir