Güneş batmak üzere. Ufukta dağlar kızıla boyanıyor. Uzakta bir
kervan ağır ağır ilerlemekte. Günlerdir yolda Beyaz, Siyah’ı
arıyor. “Batıya doğru atını sür” dediler ona. “Dümdüz
bir ovaya varacaksın. Orada bulursun Siyah’ı”. Dediklerini
yaptı. Şimdi orada. Siyah uzlete çekildi on yıl evvel. Efsane
savaşçı. Merhametsiz ve yalındı her zaman. Düşmanları onun
adını duyduğunda korkardı. Öldürdüğü insanlar dilden dile
anlatıldı yıllardır. Cesetlerden tepeler bıraktı ardında.
Onunla yüzleşmek için gelenlerden hiçbiri ayakta kalmadı.
Beyaz’ın yolculuğu da böyle başladı işte. Onun gibi olmak
hayali. Şimdi tek yapması gereken Siyah’ı bulmak. “Siyah ile
konuşmadan da istediğini yapabilirdi pekala” diyebilirsiniz
elbette. Fakat siz Beyaz değilsiniz. Yapmak istediğinizi nasıl
istiyorsanız öyle yapın, bu sizin bileceğiniz iş.
Atının üstünde
doğrulup ovayı taradı. Bahsetmediler ama bir yerlerde kalıyor
olmalı. Öyle ovanın ortasında yaşayacak hali yok. İleride belli
belirsiz bir baraka takıldı nice sonra gözüne. Orada olmalı. Atı
yorgun ama son bir çaba. Az kaldı. Nice yollar aştılar beraber.
Gecenin karanlığı sarmadan etrafı ulaşmalılar hedefe. Dümdüz,
çorak. Burada kimsenin yaşamadığına şaşırmamalı. İyi de
Siyah neden burada? Öğrenecek birazdan her şeyi. Soruları en ağır
yükü. Merak yol boyu erzağı.
Eve yaklaşırken
kapısında oturan adamı fark ediyor. Zayıf, kara kuru, orta boylu.
Saçı ve sakalı uzamış, bembeyaz. Yaşlı olduğunu biliyor.
Fakat bu kadarını da beklemiyordu. Siyah olduğundan emin değil.
Başkası da olabilir. Eve doğru yaklaşıp selam veriyor yaşlı
adama. Selamını alıp soruyor yaşlı adam, “Neden buradasın
yolcu?”. Beyaz adamın gözlerindeki tehdidi görüyor. Daha önce
onu arayanlar olmuş demek ki. Karşısındaki Siyah olmalı.
“Siyah’ı arıyorum” diyor saygılı ses tonuyla, “Ona
soracağım sorular var”. Yaşlı adam ayağa kalkıp bir adım öne
çıkıyor. “Öyleyse aradığını buldun. Ne istiyorsan sor ve
git. Aradığın kavgaysa eğer geri dönmeni tavsiye ederim”.
Beyaz bir şey demeden atından iniyor. Birkaç adım atıp
yaklaşıyor Siyah’a. “Tek istediğim senin gibi olmak. Bana yolu
göstermen için buradayım. Sorularıma cevap almak için. Seninle
yüzleşmek gibi bir derdim yok”.
Siyah başını öne
eğip sakalını sıvazlıyor. Ne düşünüyor belirsiz. Beyaz’ın
tek anladığı daha önce böyle bir şey için gelen kimse
olmadığı. Siyah o yüzden şaşkın. Neden sonra bakışlarını
ona çeviriyor Siyah. “Niçin istiyorsun benim gibi olmayı?”
diye soruyor. Sorular sormaya gelmişti oysa, cevap vermeye değil.
“Senin gibi cesur olmak istiyorum. Gözümün gördüğü hiçbir
şeyden korkmamak. Öğretmelisin bana. Yolu göstermelisin”. Siyah
bir şey demeden gülümsüyor. “Pekâlâ” diyor, “Madem bunca
yolu geldin. Sana istediğin cevabı vereceğim. Ardından burayı
terk edeceksin. Aksi halde kılıcım kınından çıkacak. Çünkü
kimse için yer yok burada, benim için bile”. Beyaz umutla,
“Tamam” diyor, “Kabul ediyorum”. Dönüp dinlenir bir
yerlerde, önemli değil. Böyle hayal etmemişti gelirken ama
Siyah’ın söylediğine itiraz edecek hali yok. Kimse sağ kalmadı
onun karşısında.
“Kulağını aç
dinle o zaman. Aradığın şey cesaretse bir şeyleri yıkmak için
cesarete gerek yoktur. Öfkeye ihtiyaç vardır. Cesaret bir şeyleri
yıkmak için değil yapmak için gerekir. Aradığın şey öfke ise
burada fazlasıyla var. Velâkin cesaret aramak için yanlış
yerdesin. İşte aradığın cevap. Şimdi beni yalnız bırak.
Cesaretim varken kurmaya çalıştığımı yıkma, öfkeme yeniden
mahkum etme. Yolun açık olsun”