Göz alabildiğine uzanan ovanın ortasındaki tek yükseltide bir adam ve kadın duruyorlar.
Durmaları için neden yok. Orada olmaları için de. Yıllardır ve belki asırlardır, orada duruyorlar.
Kadın elindeki kağıdı uzatıyor sessiz.
Eskimiş, zaman içinde solup yıpranmış. Yazı üstünde belli belirsiz. Adam alıp kağıdı bakıyor. Gözlerindeki koca boşluk içine açılıyor. Orada hiçbir şey yok.
Gözleri seçemiyor yazıyı. Kısıyor. Güneş belli belirsiz bulutlar arasından ışık saçıyor. Konuşmak için erken. Susmak içinse geç. Seni seviyorum yazıyor kağıdın üstünde. Burada üstünde yazı olacak başka hiçbir şey yok. Sadece eskimiş kağıt. “Ölüler” diyor adam, “Birbirini sever mi?”.
Dümdüz ovanın ortasındaki tek yükseltide. “Ölü müyüz” diyor kadın.
İçindeki boşluğun açıldığı bomboş gözlerini açarak. “Öyle olmalı” diyor adam fısıldayarak. “Olsun” diyor kadın, “Seni sevmeme engel mi?”.
Bomboş gözlerini kaldırıp kağıttan, “Onu da bilmiyorum” diyor adam. Sesi hüzünlü.
Ölüler hüzünlü olur mu sahi? Kadının aklına takılıyor ama sormuyor. Güneşin ışıkları içlerinden geçiyor. Canlılar için üzülen iki ölü. Akıllarında sorular, susuyor. “Peki onlar?” diyor kadın, “Onlar da bizim için üzülüyor mu?”. Adam önce kağıda sonra kadına bakıyor. “Onlar da bizim için üzülüyor” diyor hüzünlenerek. “Onlar da bizim için…”