Çalışmaya
başladığında küçücük bir çocuktu. Önce bir lokantada
başlamıştı işe. Mutfakta yerleri silerdi. Boyu biraz uzayınca
bulaşıkçı yapmışlardı. Ailesine dair hatırladığı tek şey,
soğuk bir kış günü ısınmak için annesine sarıldığıydı.
Bir babası var mıydı, onu neden bırakıp gitmişti bilmiyordu.
Annesi ölmüştü kısa bir süre sonra. Sokakta yaşayan bir adam
bakmıştı ona bir süre. Aklı ermeye başlayınca annesinin o
adama kendisini emanet ettiğini düşünmüştü ama nedenini
bilmiyordu. Tek bildiği o adamın babası olmadığıydı. İyi bir
adamdı ama çok içerdi. Sonra bir gün elinden tutup bir lokantaya
götürmüştü onu. Yedi yaşındaydı. Mutfağın arkasında
küçücük bir oda. “Burada yatıp kalkarsın” demişti
lokantanın sahibi. Bırakıp gitmişti onu sokakta yaşayan adam.
Tuhaf şey, adını hatırlamıyordu adamın. Belki de ona hiç
söylememişti adını. Bulaşıkçı olarak çalışırken mutfağın
malzeme getir götürüne yardım ederdi arada bir. Orada tanışmıştı
ustasıyla. Orhan sakin, az konuşan ve titiz bir adamdı. Birkaç
kez ona soru sormuş; iş yerinden, hayatından ya da arkadaşlarından
bilgi almak istemişti. Oysa Ali konuşmayı sevmezdi. Hem de hiç.
İnsanlar onunla konuşmasa günler boyu ağzından tek kelime
çıkmayabilirdi. Orhan işinin ehli bir kasaptı. Bıçağı öyle
maharetle kullanırdı ki hayret ederdiniz. Her şeyi en ince
ayrıntısına kadar anlatıp öğretmişti Ali’ye. O da mahirdi
hani, çabuk kavramıştı.
başladığında küçücük bir çocuktu. Önce bir lokantada
başlamıştı işe. Mutfakta yerleri silerdi. Boyu biraz uzayınca
bulaşıkçı yapmışlardı. Ailesine dair hatırladığı tek şey,
soğuk bir kış günü ısınmak için annesine sarıldığıydı.
Bir babası var mıydı, onu neden bırakıp gitmişti bilmiyordu.
Annesi ölmüştü kısa bir süre sonra. Sokakta yaşayan bir adam
bakmıştı ona bir süre. Aklı ermeye başlayınca annesinin o
adama kendisini emanet ettiğini düşünmüştü ama nedenini
bilmiyordu. Tek bildiği o adamın babası olmadığıydı. İyi bir
adamdı ama çok içerdi. Sonra bir gün elinden tutup bir lokantaya
götürmüştü onu. Yedi yaşındaydı. Mutfağın arkasında
küçücük bir oda. “Burada yatıp kalkarsın” demişti
lokantanın sahibi. Bırakıp gitmişti onu sokakta yaşayan adam.
Tuhaf şey, adını hatırlamıyordu adamın. Belki de ona hiç
söylememişti adını. Bulaşıkçı olarak çalışırken mutfağın
malzeme getir götürüne yardım ederdi arada bir. Orada tanışmıştı
ustasıyla. Orhan sakin, az konuşan ve titiz bir adamdı. Birkaç
kez ona soru sormuş; iş yerinden, hayatından ya da arkadaşlarından
bilgi almak istemişti. Oysa Ali konuşmayı sevmezdi. Hem de hiç.
İnsanlar onunla konuşmasa günler boyu ağzından tek kelime
çıkmayabilirdi. Orhan işinin ehli bir kasaptı. Bıçağı öyle
maharetle kullanırdı ki hayret ederdiniz. Her şeyi en ince
ayrıntısına kadar anlatıp öğretmişti Ali’ye. O da mahirdi
hani, çabuk kavramıştı.
Yıllar
geçip Orhan yaşlandığında bir gün onu evine çağırdı.
“Konuşacaklarımız var” demişti sakin bir ses tonuyla. Güzel
bir yaz günüydü. Akşam üstü dükkanı kapatıp yanına gitti
Orhan’ın. “İki şeyi bilmeni istiyorum” dedi Orhan.
“Anlatacaklarımı kimseye söylemeyeceksin. Ve söyleyeceğim şeyi
kabul edersen geri dönemeyeceksin. Bunları anladın mı?”. Kısa
bir süre düşünmüştü Ali. Neden bahsedildiğini anlamasa da
düşünmüştü. Sakince kafasını salladı sonra onaylamak için.
Sanki ağzından çıkan kelime zayi olacakmış gibi hiçbir şey
söylemeden. Orhan onu iyi tanırdı, ustasıydı. “Güzel, benimle
gel bakalım o zaman” demişti. Eski binanın, asırlık
merdiveniyle bodruma inmişlerdi. Işığı açmıştı Orhan. Yalın
bir kablonun ucunda sallanan çıplak yüzlük ampül. Dört bir yan
beyaz fayans kaplı. Yerde büyük bir su gideri. Ortada duran demir
masa ve üstünde duran siyah büyük poşet. Orhan elini omzuna
koyarak Ali’nin gözlerinin içine baktı. “Gidebilirsin istersen.
Hiçbir şey olmamış sayarız”. “Yok” dedi Ali, “Kalacağım”.
Orhan omzunu sıktı. Soluk gözlerinde bir sevgi parıltısı gelip
geçti belli belirsiz. “İnsanlar, örgütler, devletler hep
birilerini öldürür değil mi Ali?” dedi Orhan. “Bazıları
yakalanır, bazıları yakalanmaz. Bazıları suçludur, bazıları
masum. Fakat her seferinde ne olur biliyor musun, bir ceset. Ve bazen
o cesedin yok edilmesi gerekir. Çünkü o yoksa suç da yoktur.
Dünya böyle bir yerdir. Senin anlayacağın birileri öldürür,
birileri yok eder. İşte ben o ikinci kısımdayım”. Kelime
kelime bunları söylemişti. Ağır ağır açmıştı sonra masanın
üstünde duran büyük poşetin fermuarını. Sarı saçlı, güzel
yüzlü, yirmili yaşlarda bir genç cesedi. “Ben getirenlerin kim
olduğunu sormam. Kiralık katiller, ajanlar, örgütler, insanlar
fark etmez. Bizim işimiz öğrenmek değil yok etmektir. Bazen
burada çalışırım, bazen de bir yerlere çağırırlar. Anladın
mı buraya kadar söylediklerimi?” dedikten sonra Ali’ye bakmıştı.
Yine bir şey demeden başını sallamıştı Ali anladığını
belli etmek için. “Ne diyorsun o halde?” demişti Orhan, “Bu
işi devralacak mısın, yoksa çıkıp gidecek misin?”
geçip Orhan yaşlandığında bir gün onu evine çağırdı.
“Konuşacaklarımız var” demişti sakin bir ses tonuyla. Güzel
bir yaz günüydü. Akşam üstü dükkanı kapatıp yanına gitti
Orhan’ın. “İki şeyi bilmeni istiyorum” dedi Orhan.
“Anlatacaklarımı kimseye söylemeyeceksin. Ve söyleyeceğim şeyi
kabul edersen geri dönemeyeceksin. Bunları anladın mı?”. Kısa
bir süre düşünmüştü Ali. Neden bahsedildiğini anlamasa da
düşünmüştü. Sakince kafasını salladı sonra onaylamak için.
Sanki ağzından çıkan kelime zayi olacakmış gibi hiçbir şey
söylemeden. Orhan onu iyi tanırdı, ustasıydı. “Güzel, benimle
gel bakalım o zaman” demişti. Eski binanın, asırlık
merdiveniyle bodruma inmişlerdi. Işığı açmıştı Orhan. Yalın
bir kablonun ucunda sallanan çıplak yüzlük ampül. Dört bir yan
beyaz fayans kaplı. Yerde büyük bir su gideri. Ortada duran demir
masa ve üstünde duran siyah büyük poşet. Orhan elini omzuna
koyarak Ali’nin gözlerinin içine baktı. “Gidebilirsin istersen.
Hiçbir şey olmamış sayarız”. “Yok” dedi Ali, “Kalacağım”.
Orhan omzunu sıktı. Soluk gözlerinde bir sevgi parıltısı gelip
geçti belli belirsiz. “İnsanlar, örgütler, devletler hep
birilerini öldürür değil mi Ali?” dedi Orhan. “Bazıları
yakalanır, bazıları yakalanmaz. Bazıları suçludur, bazıları
masum. Fakat her seferinde ne olur biliyor musun, bir ceset. Ve bazen
o cesedin yok edilmesi gerekir. Çünkü o yoksa suç da yoktur.
Dünya böyle bir yerdir. Senin anlayacağın birileri öldürür,
birileri yok eder. İşte ben o ikinci kısımdayım”. Kelime
kelime bunları söylemişti. Ağır ağır açmıştı sonra masanın
üstünde duran büyük poşetin fermuarını. Sarı saçlı, güzel
yüzlü, yirmili yaşlarda bir genç cesedi. “Ben getirenlerin kim
olduğunu sormam. Kiralık katiller, ajanlar, örgütler, insanlar
fark etmez. Bizim işimiz öğrenmek değil yok etmektir. Bazen
burada çalışırım, bazen de bir yerlere çağırırlar. Anladın
mı buraya kadar söylediklerimi?” dedikten sonra Ali’ye bakmıştı.
Yine bir şey demeden başını sallamıştı Ali anladığını
belli etmek için. “Ne diyorsun o halde?” demişti Orhan, “Bu
işi devralacak mısın, yoksa çıkıp gidecek misin?”
Doğrusu
korkmamıştı Ali. Ürkütücü de gelmemişti Orhan’ın
anlattıkları. Sadece tuhaftı. Hayvan kesmeye alışıktı ama bir
insana bunu yapmak pek de normal gelmiyordu ilk anda. “Bunlar zaten
ölü Ali. Sen ya da ben yapmazsak bir başkası yapacak zaten
dediğimi. Bu sadece iş, basit bir iş. Bundan fazlası değil”.
Derin bir nefes alıp masanın üstünde yatan gence bakmıştı.
Birilerinin, bir şeyler için öldürdüğü, zamanında gülüp
gezen bir insan. “Ölüyken hepsi masum görünür” demişti
sonra Orhan. “Fakat çoğu öyle değildir”. Yine bir şey
demeden duvarda asılı plastik tulumlara doğru yönelmişti. Bu
sadece bir işti. Tıpkı diğerleri gibi. Ustası doğru söylüyordu.
Ve dünyada kimse masum değildi. “Sadece nasıl yapacağımı
göster usta” demişti. Birkaç gündür kurduğu en uzun cümleyle.
Ve yeni işinin ilk gününe başlamıştı.
korkmamıştı Ali. Ürkütücü de gelmemişti Orhan’ın
anlattıkları. Sadece tuhaftı. Hayvan kesmeye alışıktı ama bir
insana bunu yapmak pek de normal gelmiyordu ilk anda. “Bunlar zaten
ölü Ali. Sen ya da ben yapmazsak bir başkası yapacak zaten
dediğimi. Bu sadece iş, basit bir iş. Bundan fazlası değil”.
Derin bir nefes alıp masanın üstünde yatan gence bakmıştı.
Birilerinin, bir şeyler için öldürdüğü, zamanında gülüp
gezen bir insan. “Ölüyken hepsi masum görünür” demişti
sonra Orhan. “Fakat çoğu öyle değildir”. Yine bir şey
demeden duvarda asılı plastik tulumlara doğru yönelmişti. Bu
sadece bir işti. Tıpkı diğerleri gibi. Ustası doğru söylüyordu.
Ve dünyada kimse masum değildi. “Sadece nasıl yapacağımı
göster usta” demişti. Birkaç gündür kurduğu en uzun cümleyle.
Ve yeni işinin ilk gününe başlamıştı.