Beklemesi gereken yere gelip bekledi. On ikinci ayın on ikinci
gecesinde. Ağaçların içindeki yoldan ilerleyip gecenin
karanlığında tepenin üstüne çıktı. Ormanın tuhaf seslerini
duymamazlıktan geldi. Hiç bu kadar korkmamıştı. Öyle sanıyordu.
Daha görecekleri vardı. “Bir fener al” demişlerdi, “Ne küçük
ne de büyük”. Dört tarafı ağaçlarla çevrili kel tepe. Çıkıp
bekledi. Ormanın seslerine aldırmamaya çalıştı. “Gelecekler
birazdan” diye geçirdi içinden. Gelecekler ve korkusu geçecek.
Ve geldiler gerçekten. Tam dedikleri saatte, tam tarif ettikleri
gibi. İki siyah pardösülü adam. Ağaçların arasından çıkıp
ona doğru ilerledi sessizce. On, on beş adım kala durup
beklediler. Gitmesi gerektiğini düşündü. Onlara doğru birkaç
adım atınca gerisin geri ağaçlara doğru yürüdü adamlar. Takip
etti bir şey demeden. Kim olduklarını sormaya ihtiyacı yoktu.
Ağaçların arasındaki yoldan aşağı indiler. En son ne zaman
araç geçtiği belirsiz toprak yolda bekleyen iki araç. Adamlardan
biri öndeki arabaya binerken diğer kapıyı açtı sessizlik
içinde. Binip bekledi. Erken karar verdiğini düşündü. Ormanın
içinde ilerlerken bu kadar korkmamıştı. Hareket ettiler.
Tekerlerin altında ezilen taşların sesleri. Karanlığın içinde
ilerlediler. İyi şeyler düşünmeye çalıştı, başka şeyler.
Bunu o istememiş miydi? Ulaşmak için bir sürü çaba sarf
etmişti. Sessizliği bozmak için bir şeyler sormayı düşündü.
Alelade şeyler, havadan sudan. Fakat ağzını açıp tek kelime
edemedi. Öndeki arabayı takip ettiler. Farları aydınlattı
bilinmeze doğru giden yolu. Tam olarak hangi yöne gittiklerini
anlayamıyordu. Ve içinde büyüyen korku. Orman bitti bir süre
sonra. Geniş bir düzlüğe ulaştılar. Şekilsiz kayalarla dolu
çorak topraklar. Geldikleri yerin tam karşıtı. İlerlediler. Ne
zaman varacaklarını bir tek onlar biliyordu. Her şey değişse de
toprak yol değişmedi. Aynı ses, aynı hız ve aynı sessizlik.
Karanlığın içinde
belli belirsiz ilerleyen duvarı fark etti sonunda. Asla
bitmeyeceğini düşündüğü yolculuğun bilmem kaçıncı
dakikasında. Sol taraflarında devam ediyordu duvar, çorak
toprakları keserek. Ve sonunda büyük demir kapının önüne
geldiler. Gıcırdayarak açıldı kapı. Değişik bir ses sonunda.
Vardıklarına sevindi. Sessizlik bitecekti. Yanılmıştı. Arazi
tahmin ettiğinden büyüktü. Sürüldü arabalar karanlığın
içinde. Ağaçlar belirdi tek tük. Arada bir gözüken fenerli
adamlar dolaşıyordu içeride. Yanlarında hiç görmediği kadar
iri köpekler. “İyi olacak her şey. Sakin ol biraz” diye
geçirdi içinden. Karanlığın içinde büyüyen beyaz taşlarla
kaplı evi gördü sonunda. Aradığına ulaşacağı yer.
Yaklaştıkça büyüyor, güzelliği ile göz kamaştırıyordu.
Burada, hiçliğin ortasında, böyle bir evin varlığını
söyleseler inanmazdı. Arabalar aynı hızla gelip evin önünde
durdu. Siyah elbiseli bir adam yürüdü araca doğru ve kapıyı
açtı.
“Hoş geldiniz”
dedi gülümseyerek, “Biz de sizi bekliyorduk”
Birinin konuştuğunu
duymak iyi gelmişti. “Hoş bulduk” dedi gülümsemeye karşılık
vererek. “Bu kadar uzun süreceğini tahmin etmemiştim”
Az önceki gülümseme
kaybolup gitmişti. “Beni takip” edin diyerek eve doğru yürüdü
siyah elbiseli adam.
Koca ahşap kapıya
doğru çıkan on bir basamak. İki yanda korkutucu ejderha
heykelleri. Birkaç odadan dışarı sızan lambaların ışığı.
Ve tekrar gelen sessizlik. Takip etti adamı. Başka bir seçeneği
yoktu. Görmesi gerekeni görmek için buradaydı. Onu bekliyordu.
Basamaklardan çıkarken kapı açıldı. Beklediğinden daha
aydınlık, beklediğinden daha görkemli. İki koldan üst kata
çıkan merdivenler. Beyaz mermerle kaplı zemin, tepesinde devasa
bir avize ve tam altında siyah mermerle düşenmiş yıldız. Kapıya
kadar eşlik eden adam içeri girmeden dönerken kapıyı açan
eliyle gideceği tarafı işaret etti. Sol tarafta uzayan koridor.
Karanlığa doğru gidiyormuş gibi.
“Beyefendi sizi
bekliyor” dedi boğazından gelen tuhaf sesle yolu işaret eden
adam. “Koridorun sonundaki oda. Beni izleyin lütfen”