On dört yaşında evden kaçmıştı. Sevdiğini söyleyen bir
adamın peşinden. Çocuktu o zamanlar, inanmıştı. Annesinin
üçüncü evliliğiydi. Farklı babalardan dört kardeşi daha
vardı. Ve alkolik üvey babası. Asla ait olduğunu hissetmediği
bir yerdeydi. O yüzden kaçması zor olmadı. Her şeyi annesinden
farklı yapacak, güzel, mutlu bir yuva kuracaktı. Çocuktu o
zamanlar. Aklına gelmezdi fuhşa zorlanacağı. Hele de sevdiği
adam tarafından. Çok dayak yedi. Çok acılar çekti onun yanından
kaçana kadar. Kapatıldığı odanın penceresinden atladı. Üstünde
tek parça elbise, ayakkabısız. Sokaklarda gezdi bir süre.
Ardından çocukluk arkadaşlarından birinin yanına gitti
İstanbul’a. İşe girmeyi denedi. Çok küçüktü. Kimse onu
çalıştırmak istemedi. İsteyenler de sadece çalıştırmak
istemedi. Yatağa atma peşinde oldular her defasında. Düzgün
hayat kurma çabası çok sürmedi. Ne fark ederdi ki zaten. Bir kez
batağın içine girmişti ve kendisine olan saygısı tamamen yok
olmuştu.
Yeniden ve bu kez
isteyerek fahişeliğe başladı. Genç ve güzeldi. İyi
kazanıyordu. Yalnızlık ve kirlenmişlik hissini kazandığı
paraları harcayarak kapamaya çalıştı. Çoğu insanın hayal bile
edemeyeceği kadar kazanıyordu ama elinde kalan hiçbir şey yoktu.
Yıllar, istemsiz yuvarlanma hissi ile peş peşe ardına geçti.
Yirmi yaşındayken tanınan pavyonlardan birinde çalışmaya
başladı. Sesinin güzelliği ilk kez işe yaramıştı. Fahişeliğe
devam ediyordu etmesine ama eskisi kadar sık yapmıyordu artık.
Pavyonda çalışmaya
başlamasının ikinci yılında her şey değişti. Her zamanki gibi
sahne aldığı gecelerden birinde Engin’i gördü. Sahnenin birkaç
masa gerisinde arkadaşları ile gelmişti. Gözlerini ayırmadan onu
izliyordu. Şimdiye kadar hiç hissetmediği şeyleri hissetti. Böyle
duyguların varlığından habersizdi. O gece bütün şarkılarını
Engin’e söyledi. Ve Engin bütün şarkıların ona söylendiğini
anladı. Sahne bitip kulise geçtiğinde dışarı çıkıp onun
yanına gitmek istedi ama yapamadı. Sadece değersiz bir fahişeydi.
Ertesi gün sahne alana kadar tek bir saniye bile aklından
çıkaramadı onu. Gözlerini kapadığında karşısında duruyordu.
Şarkıya başlarken Engin’i gördü. Bu kez en ön masadaydı. Bir
süre kendine gelip şarkıya başlayamadı. Yine hayal görüyor
sandı ama değildi. Karşısındaydı işte.
O gece tanıştılar.
Sekiz ay sürecekti birliktelikleri. Hayatında ilk kez ait olduğunu
hissettiği bir evde yaşadı o sürede. Her şeyi bıraktı, şarkı
söylemeyi de. Kendini değerli hissetti. Rüya gibiydi ama değildi.
Kelimelerle ifade edemeyeceği kadar mutluydu. Zengin değildi Engin.
Ancak kimseye muhtaç olmadan yaşayabiliyorlardı. O kadarı
yeterliydi. İstediği şey hiçbir zaman para olmamıştı. Sonra o
elim gün geldi. Engin bir şey isteyip istemediğini sormuştu işten
çıkarken. “Hayır” demişti, “Sen gel kâfi”. Fakat
gelemedi Engin. Freni patlayan kamyon, beklediği otobüs durağına
girmişti. Dakikalar sonra haberi oldu. Sonra her şey karardı.
Olayın ardından geçen beş günü katiyen hatırlamıyordu. Günler
geçtikçe her şey geri döndü. Acı da tabi. Cenazesine gidemedi.
Gitmek istemedi. Orada duramazdı.
Arkadaşları
zamanla acının geçeceğini söylediler ama yanılıyorlardı.
Yıllar boyunca tek bir gün bile o acıyı hissetmeden geçmedi.
Kazadan sonra uzunca bir süre ilaçlarla ayakta durdu. Aylar sonra
birlikte yaşadıkları eve gitti. O evde yaşayamazdı artık. Engin
yokken orada duramazdı. Ve evden tek bir eşya alarak çıktı.
Beraber dışarı çıktıkları gecelerin birinde Engin’in cebinde
kalan son parasıyla ona aldığı biblo. Birbirine bakan çift.
Alelade, çoğu insana göre değersiz. Birkaç kıyafet ve biblosu
ile otobüs terminaline gitti o gece. Cebinde üç kuruş para. Zar
zor bilet alabildi. Artık geriye dönemezdi. Eskisi gibi olamazdı.
Değerli bir insandı.
Küçük bir markette kasiyer olarak işe başladı gittiği şehirde. Yıllar
boyu azimle ve yılmadan çalıştı. Ne zaman dayanamayacak gibi
hissetse Engin’i hatırladı, evine gidip bibloya baktı. Daha
iyisini yapabilirdi. Ve yaptı da. Şimdi aradan geçen on yılın
ardından ilk kez Engin’in mezarı başında. Bir hayat kurdu
kendine. Değerli ve temiz bir hayat. Hepsi Engin’in sayesinde
oldu. Her gece ona dua ettiği günlerin ardından başından
geçenleri ve neler yaptığını anlatmak için geldi. Güzel bir
mezar taşı yaptırdı Engin’e. Biblonun bir örneği var üst
tarafında. Yanında da boş bir mezar. Günü geldiğinde sevdiği
insanın yanında yerini almak için hazırlanmış.
“Yeniden İstanbul’a döndüm” dedi ağlamamaya çalışarak, “Artık
her cuma gelirim. Sahilde çay içip hangisini alırız diye bakıp
gülüştüğümüz evlerden birini aldım. Şimdi gitmem lazım.
Yine geleceğim ve seni çok özledim”