Bir Aşk Hikayesi

Yeni başladığı
okuluna yakın ve ucuzdu bu daire. Aksi halde taşınacağı bir yer
değildi. İlk atandığı yerdi burası. Birkaç yıldır işsiz
kalmanın getirdiği boşluğun ardından başlayan öğretmenlik
hayatı onu heyecanlandırmıştı. Daha dersler başlamadan içini
bir heyecan kaplamış, haftalar boyunca bir şeyler okuyup durmuştu.
İlk gün heyecanlandığı kadar hayatı boyunca
heyecanlanmadığından emindi. Bacakları titremiş, midesi
bulanmış, konuşurken ağzı kurumuştu. Ama başarmıştı. Aradan
geçen birkaç ay içinde hem o öğrencilerine, hem de öğrencileri
ona alışmıştı. Evini de seviyordu doğrusu. Üç odalı ve geniş
bir salona sahipti daire. En çok mutfağını seviyordu. Kocaman,
güzel dolaplarla döşeli bir yerdi burası. Evin ön tarafı
genişçe sayılabilecek bir caddeye bakıyordu. Bulunduğu
mahallenin merkezi sayılırdı. Aşağıdaki meydanda bulunan
okuluna inerken hep bu caddeyi kullanıyordu. Evin arkasına gelince,
işte en sevmediği yer orasıydı. Şehrin eski mezarlığı hemen
evinin arkasındaydı. Ölümden oldu olası korkardı. Küçük
yaşta kaybettiği babasının bunda etkisi vardı. Arkada bulunan
büyük balkonu bu nedenle hemen hemen hiç kullanmıyordu.

Devasa ağaçlarla kaplı
mezarlığın, beyaz mermerli kabirlerine her baktığında içini
tuhaf bir his kaplıyordu. Ancak şu an için bulabileceği en iyi
evdeydi ve canını sıksa da böylesi bir nedenden dolayı buradan
çıkmak istemiyordu. Evin en büyük odası ve mutfak o tarafa
bakıyordu. Odayı yatak odasına çevirmişti. Pencereleri örten
perdeleri asla açmazdı. Zaten burayı yatmadan yatmaya
kullanıyordu. Mutfak penceresi de olmasa, evin arkasında bir
mezarlık olduğunu unutacaktı. Ancak son bir kaç aydır her hafta
sonu merakla mutfak penceresi önüne geçip akşam saatlerini
bekliyordu. Her cumartesi günü saat beşte, yaşlı bir adam
mezarlardan birini ziyaret ediyor ve bir demek gül bırakıyordu.
Aslında ilk gördüğünde sadece adamın şıklığı dikkatini
çekmişti. Son derece şık bir takım elbise, fötr şapka ve
elinde zarif bir baston. Adeta filmlerden çıkmış gibiydi. Onu ilk
gördüğü gün mutfağa kahve almak için girmiş, tesadüfen gözü
takılmıştı. İki hafta sona yine aynı adamı görünce bunun
rutin bir ziyaret olduğunu düşünmüş ve tahmininde yanılmamıştı.
Neden o kadar meraklandığına dair en küçük bir fikri yoktu.
Adamın şıklığı mı, sürekli bir mezarı ziyaret etmesi mi;
sebep neydi bilmiyordu ama ilgisini çekmişti işte. Bir aydır da
her hafta sonu adamın gelmesini beklemeye başlamıştı.

İnsan tuhaf bir varlık.
Adama, elindeki çiçeklere ve her zaman aynı gün, aynı saatte
gelmesine bakarak bir hikaye yazdı. Uzun yıllar önce başlayan,
ölümle bile sona ermeyen bir aşktı gördüğü. Adam her hafta
sonu ve muhtemelen karısının öldüğü günde, gelip onu ziyaret
ediyordu. Bununla alakalı bir şeyler bile yazdı. Kısa, romantik
bir hikaye. Birinin onu bu kadar sevmesini ne kadar isterdi. Ya da
kendisinin birini bu kadar sevmesini. Sevgilileri olmuştu elbette.
Birilerini sevmiş, onlar tarafından sevilmişti. En azından öyle
hissetmişti. Ancak hiçbirisi gördüğü şey kadar gerçek ve uzun
süreli olmamıştı.

Saat beşe yaklaşırken
mutfak penceresinin önüne geçip beklemeye başladı. Kısa süre
sonra yaşlı adam kendine has ağır adımlarıyla mezarlığı
kaplayan uzun ağaçların arasında göründü. Buradan yüzünü
seçemiyordu ama hareketleri dinçti. Başka bir mezarı ziyaret
edenlere kısa süre durup baktı. Koyu lacivert bir takım, başında
aynı renk bir fötr şapka. Elindeki baston hep aynıydı. Siyah
olmalıydı. Buradan tam olarak rengini seçemiyordu ama öyle tahmin
ediyordu. Garip bir mutluluk kapladı önce içini. Yine gelmişti
işte yaşlı adam. Sevdiğini bir kez daha ziyaret edip, anılarını
hatırlamak için. Boğazına bir şeyin düğümlendiğini hissetti.
İçinde bir ses “Gidip konuşsana” dedi aniden. Evet, ne zararı
olabilirdi ki? Hem yaşlı adamdan hikayesini dinler hem de onu ne
kadar takdir ettiğini bizzat yüzüne söyleme fırsatı bulurdu.
Heyecanlanmıştı. “En kötüsü ne olur ki?” dedi yine içindeki
ses. Yaşlı adam onunla konuşmaz veya ters bir şey söyleyip
kestirip atardı. “Ama ya tersi olursa?”. Daha fazla beklemedi.
Hızla üstüne bir şey geçirip evden çıktı.

Mezarlıkları
sevmiyordu. İçeri girer girmez bunu hissetti. Bir iki kez babasının
mezarına gitmişti ama bunun öyle kolaylıkla olduğunu söylemek
zordu. Ölümden başka şeyler düşünmeye çalışarak mezarlar
arasındaki taş yollarda yürüdü. Arada bir oturduğu apartmana
bakarak nerede olduğunu kestirmeye çalışıyordu. Yaşlı adamı
kaçırır korkusuyla o kadar hızlı hareket etmişti ki neredeyse
nefes almakta zorlanıyordu. Ona rağmen adımlarını sıklaştırdı.
Kısa bir süre sonra yaşlı adamı gördü. Mezarın üstüne
çiçekleri koymuş öylece duruyordu. Hızlı adımları birden
yavaşladı, sonra da durdu. Bir an gidip gitmemekte tereddüt
geçirdi ama yaşlı adama yeterince yaklaşmıştı. Adam omzunun
üstünden dönerek ona baktı. Son derece düzgün simalı, ince
uzun bir yüzü vardı. Giydiği fötr şapkanın altından kısa
kesilmiş bembeyaz saçları belli oluyordu. Tıpkı saçları gibi
beyaz bir teni vardı. Dudakları üstündeki ince bıyığı eski
filmlerden kalmış gibiydi. Başıyla belli belirsiz selam vererek
yeniden mezara döndü. Pencereden göründüğünden daha uzun ve
dinçti. Derin bir nefes alarak hem nefesini hem de heyecanını
bastırmaya çalışıp, kalan son birkaç adımı da atarak yanına
gitti. Kısa bir an ne söyleyeceğini kestiremedikten sonra aniden
konuşmaya başladı.

“Merhaba, lütfen
kusuruma bakmayın. Sizi haftalardır evimin penceresinden görüyorum.
Yani nasıl ifade etsem bilemedim ama merak ettim. Aklıma bir sürü
şey geldi. Komik ve çocukça gelebilir belki size. Sadece tanışmak
istedim. Merak. Çok mu saçmaladım acaba?” dedikten sonra çok
fazla konuştuğunu düşünüp aniden sustu. Yaşlı adam hala
parlaklığını koruyan simsiyah gözleriyle ona baktı konuşurken.
Yüzünde ne hissettiğini belirtecek en küçük duygu izi yoktu.
Onun konuşması bitince yüzünde bir gülümseme belirdi. Sanki
oraya ait değilmiş de konulmuş gibi.

“Merhaba. Kusur ne
demek lütfen. Demek buraya çok geldiğimi görünce merak edip ne
olduğunu öğrenmek istediniz”

“Evet aynen öyle.
Getirdiğiniz çiçekler, tavırlarınız. Küçük bir hikaye bile
yazdım hatta. Garip geldiyse lütfen kusuruma bakmayın. Hemen
gidebilirim isterseniz”

Yaşlı adam bir şey
demeden önce dönüp etrafa göz gezdirdi. Yüzünde tuhaf bir
ciddiyet belirmişti. Sonra o tuhaf gülümsemesi yeniden yüzüne
oturdu. “Hayır tuhaf gelmedi. Şöyle oturalım isterseniz”
diyerek yürüme yolunun kenarına konmuş bankı gösterdi.
Arkasında orada geçenlerin tanığı olan devasa bir çınar vardı.

“Çok teşekkür
ederim. Bir an yaptığım şey o kadar delice geldi ki kendimden
utandım. Anlayışınız için tekrar teşekkür ederim” diyerek
banka doğru yürüdü.

Yaşlı adam birkaç
adım gerisinden gelerek banka oturdu. Mezarlıkların kendine has
olan sessizliğini etrafta ötüşen kuşlar ve duvarın arkasından
gelip geçen arabaların sesi bozuyordu. Yaşlı adam sakin bir
tavırla şapkasını çıkararak aralarına koyduktan sonra ciddi
bir tavırla kabre baktı. Bir an hiç konuşmayacakmış gibi geldi.
Uzun süren sessizliğin ardından ona döndü.

“Adı Ayfer’di” dedi
aniden. “Mahallemizin en güzel kızıydı. Uzun siyah saçları,
küçücük bir burnu, kalın kırmızı dudakları ve ömrümde bir
daha görmediğim güzellikte gözleri vardı. O yürüdüğünde
çiçekler açardı”

Yaşlı adam yeniden
susup kabre baktı. Duyduklarının hayal ettiği şeylere uyduğunu
düşünüp heyecanlandı. Kim bilir nasıl güzel ve acıklı bir
hikaye dinleyecekti. Hiç ses çıkarmadan heyecan içinde yaşlı
adama bakmaya devam etti. Adam bakışlarını ona çevirip ciddi bir
sesle sordu, “Gerçekten hepsini öğrenmek istiyor musunuz?”

“Evet” dedi
heyecanla, “Eğer sizin için mahsuru yoksa. Hepsini öğrenmek
istiyorum”

“Demek o kadar
ilginizi çekti. Eminim arkadaşlarınıza bile anlatmışsınızdır”

“Yoo hayır. Daha
doğrusu en azından şimdilik anlatmadım diyelim” diyerek
güldü.

“Pekala” dedi yaşlı
adam gözlerinden bir parıltı geçerken, “O zaman hepsini
öğreneceksiniz. O, yani Ayfer’e olan hislerim çok derindi. O
vakitler sessiz ve içinde kapanık biriydim. Aşağı yukarı her
gün uzaktan onu görür, eve gidip hayal kurardım. Siz hiç bir
güzelliği elde etmeyi hayal ettiniz mi?”

“Bilmem galiba… yani
aşk biraz öyle bir şey değil mi?”

“Hayır. Aşk bir şeyi
elde etmeyi hayal etmez, ona bencilce sahip olmayı hayal eder. Bu
his daha derin ve daha saftı. Eskiden beri içimde olan ama onu
görünceye kadar ortaya çıkmayan bir şey. Soğuk, derin, hayvani
ve vahşi. Beni ben yapan şey. Her şey onunla başladı. Ondan
sonra olanların hepsinde de O vardı”

Tam olarak konuşmanın
nereye gittiğini anlamamıştı. Adamın sesi ve tavırlarındaki
değişim inanılmazdı. “Tam olarak anlamadım ne demek
istediğinizi” diyerek gülümsemeye çalıştı. Yeniden
mezarlıktaydı. Yeniden içinde korku belirmişti. Bir ses koşup
gitmesini söyledi. Evine, hatta yatak odasına kaçıp yorganın
altına saklanmasını. Yaşlı adam gülümsedi. Bu kez samimiydi
yüzündeki gülüş. Gözleri de gülüyordu.

“Anlayacaksın”
dedi, “İlk kez bir şeyi tam olarak anlayacaksın”

Elindeki bastonun üst
tarafı aniden çıktı. Çeliğin parıltısı. Yaşlı adam o kadar
hızlı hareket edemezdi. Ama ediyordu. Ve etti. Sol kaburgasının
altında bir şeyin çarptığını hissetti. İçine giren soğuk
çeliği. Buz gibiydi. Koşup gitmek istedi ama çok geçti.

“İlk kurbanımdı”
dedi yaşlı adam, “Ve onun sayesinde sen de son oldun”

Eğilip açılan yaraya
baktı. Bu bir rüya olmalıydı. Bu bir aşk hikayesi olmalıydı.
Bu… bu… böyle olmamalıydı.

“Onu bir ekmek
bıçağıyla öldürmüştüm” dedi yaşlı adam cebinden
çıkardığı mendille çeliği silerken. “Soğuk ve yağmurlu bir
kış gecesiydi”

Konuşmak istedi ama
yapamadı. Nefes alamıyordu. “Ciğerlerine dolan kandan dolayı.
Konuşmaya çalışma. Birazdan ciğerlerin kan dolacak ve
bayılacaksın. Ardından da öleceksin. Umarım anlatabildim. Ve
umarım sen de istediğini elde ettin.”

Oturduğu yerden kalktı
yaşlı adam. Eğilip şapkasını aldı. Sakin bir tavırla başına
taktı. Elini uzatıp saçlarını ve yanağını okşadı. Ve ardına
dönüp gitti. Ağzında kan tadını hissetti. Koşup gitseydi. Onun
adı Ayfer’di. Kendi mezarına ise kimse gelmeyecekti.

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir