Saatin sesi. Tik tak…
tik tak… ne demişti doktor, “Alzheimer başlangıcı var. Hızlı
ilerleyip ilerlemediğini anlamak için çeşitli testler
yapmalıyız”. Öyle demişti değil mi? Evet… evet öyle
demişti. Birkaç gün önce muayenehanesinde söylemişti. Saatin
sesi neden yüksek böyle? Karnım da aç değil ama. Niyeyse aklımda
hep yemek var. Kızım… kızımın adı neydi? Saçları sarı
hani. Mualla… yok o öğretmenimdi. Başka bir öğretmene aşık
olup, karşılık bulamayınca asmıştı kendini. Mualla, saçları
sarıydı. Tik tak… tik tak… çok yüksek değil mi bu saatin
sesi? Neden gelmiştim ben buraya? Bu adam kim? Ah evet… Mehmet,
çocukluk arkadaşım. Beraber kuş avlardık sapanla. Komşu
bahçeden elmaları aşırır, çeşme başında yerdik. Karnımız
ağrırdı sonra. Taze kokulu çimlerin üstüne uzanır gökyüzünde
salına salına geçen bulutlara bakardık. Tamam da neden gelmiştim
buraya? Avucumdaki bu leke de ne? Ah evet… Fatma. Onun için
geldim. İstemedim. Öyle olmasını istemedim. Kimseye bir şey
söylemedim. Korkaktım ben. Mehmet büyüktü benden ve zalim.
Mehmet…? Askerlik arkadaşım vardı. Kızıl saçlı, zayıf mı
zayıf bir çocuk. Elazığlı’ydı. Aklıma mukayyet ol Allah’ım.
Birazcık daha lazım, çok değil. Yemek yemiş miydim ben? Yoksa
karnım hep mi aç? Elime bu yazıyı ne zaman yazdım bir
hatırlasam. Fatma, evet. Çok güzeldi. Buğday rengi saçları,
çiçekli entarileri vardı. Bağ evine götürmüştük onu. Ben de
var mıydım sahi? Rüya mıydı yoksa? Yoo… yo… değildi. Ben de
vardım. Mehmet zorlamıştı. Hayır diyemedim. Demeliydim. “İşim
bitti, sıra sende” dediğinde koşup gitmeliydim. Bir şey yaptım
mı Fatma’ya? Not almışım işte elime ya… Onu neden yazmadım
ki? Hatırlamıyorum. Ne yaptığımı hatırlamıyorum. Bu adam kim?
Saatin sesi hep böyleyse nasıl oturuyor burada? Annem evde beni
bekler şimdi. Geç olduysa meraklanır. Doktor Alzheimer demişti
geçen ay. Belki de geçen seneydi. Her şeyi unutuyorum. İçimdeki
sıkıntı geçmiyor ki. Bir şey için geldim.
tik tak… ne demişti doktor, “Alzheimer başlangıcı var. Hızlı
ilerleyip ilerlemediğini anlamak için çeşitli testler
yapmalıyız”. Öyle demişti değil mi? Evet… evet öyle
demişti. Birkaç gün önce muayenehanesinde söylemişti. Saatin
sesi neden yüksek böyle? Karnım da aç değil ama. Niyeyse aklımda
hep yemek var. Kızım… kızımın adı neydi? Saçları sarı
hani. Mualla… yok o öğretmenimdi. Başka bir öğretmene aşık
olup, karşılık bulamayınca asmıştı kendini. Mualla, saçları
sarıydı. Tik tak… tik tak… çok yüksek değil mi bu saatin
sesi? Neden gelmiştim ben buraya? Bu adam kim? Ah evet… Mehmet,
çocukluk arkadaşım. Beraber kuş avlardık sapanla. Komşu
bahçeden elmaları aşırır, çeşme başında yerdik. Karnımız
ağrırdı sonra. Taze kokulu çimlerin üstüne uzanır gökyüzünde
salına salına geçen bulutlara bakardık. Tamam da neden gelmiştim
buraya? Avucumdaki bu leke de ne? Ah evet… Fatma. Onun için
geldim. İstemedim. Öyle olmasını istemedim. Kimseye bir şey
söylemedim. Korkaktım ben. Mehmet büyüktü benden ve zalim.
Mehmet…? Askerlik arkadaşım vardı. Kızıl saçlı, zayıf mı
zayıf bir çocuk. Elazığlı’ydı. Aklıma mukayyet ol Allah’ım.
Birazcık daha lazım, çok değil. Yemek yemiş miydim ben? Yoksa
karnım hep mi aç? Elime bu yazıyı ne zaman yazdım bir
hatırlasam. Fatma, evet. Çok güzeldi. Buğday rengi saçları,
çiçekli entarileri vardı. Bağ evine götürmüştük onu. Ben de
var mıydım sahi? Rüya mıydı yoksa? Yoo… yo… değildi. Ben de
vardım. Mehmet zorlamıştı. Hayır diyemedim. Demeliydim. “İşim
bitti, sıra sende” dediğinde koşup gitmeliydim. Bir şey yaptım
mı Fatma’ya? Not almışım işte elime ya… Onu neden yazmadım
ki? Hatırlamıyorum. Ne yaptığımı hatırlamıyorum. Bu adam kim?
Saatin sesi hep böyleyse nasıl oturuyor burada? Annem evde beni
bekler şimdi. Geç olduysa meraklanır. Doktor Alzheimer demişti
geçen ay. Belki de geçen seneydi. Her şeyi unutuyorum. İçimdeki
sıkıntı geçmiyor ki. Bir şey için geldim.
“Neyin var ihtiyar
susuyorsun?”
susuyorsun?”
Bana mı diyor ihtiyar
diye? Baksana ellerim buruş buruş, bana diyor olmalı. “Bilmem…
sustum mu?”
diye? Baksana ellerim buruş buruş, bana diyor olmalı. “Bilmem…
sustum mu?”
“Sustun tabi. Dur bir
kahve söyleyeyim de iç. İyi gelir, şöyle orta şekerli”
kahve söyleyeyim de iç. İyi gelir, şöyle orta şekerli”
Mehmet bu. İçimdeki
sıkıntının ve buraya gelişimin sebebi. Korkaktım o zamanlar.
Bir şey yapmadım ama Fatma’ya. İçeri girip, “Yardım
getireceğim korkma” dedim. Korktu ama. Çok korktu. Ses çıkarmadı.
Yüzü gözü kan içinde. Gözleri beyazdı ve kocaman. Ah alıp onu
kaçsaydım. Bu saat niye böyle sesli? Karnım da aç. Kahve
istemedim ki ben hem. Ellerim buruş buruş, ne kadar yaşlanmışım.
Dışarı çıkınca “Bırakıp gidelim Mehmet” dedim, “Kaçarız
buralardan. İstanbul’a gideriz, hem kim bulacak bizi”. Yardım
getireceğim demiştim Fatma’ya. Ama dışarı çıkıp Mehmet’e
yalvardım. Korkaktım. Çok korkaktım ben. “Nasıl ama güzel
karıydı değil mi? Dur ben bir daha gideceğim yanına” deyip
sırıttı. Neden sırıtmıştı ki? Beyaz gözleri vardı kocaman.
Yüzü gözü kan içinde… içeride. Bu da kim? Elinde kahve
fincanı ile bana bakıp gülüyor. Annem merak edecek beni. Çok hem
de. Kahve içmem ki ben, o büyüklerin içeceği. Karnım aç benim,
çok hem de. Saatin sesi de beynimi oyuyor. Nasıl geldim ben buraya
Allah’ım! Bunlar da kim böyle. İçimde bir sıkıntı. Hiç
geçmiyor. Kaç yıl oldu geçmiyor. Uzun mu oldu o kadar? Doktor
Alzheimer demişti. Çocuktum o zamanlar. Gözlüklüydü doktor adı
Mualla. Kahve mi içeceğiz şimdi? Bu da doktor olmalı galiba? Ne
işim var benim burada? Ah Fatma.. bağ evinde öldürdü onu Mehmet.
Çiçekli entarinin, çiçekli kemeriyle. Dışarıdaydım ben.
İçimdeki sıkıntı işte ondan sonra… gitmedi hiç. Gömdük
sonra bir ağacın altına. Taş mıydı yoksa? Sahi neden geldim ki
ben buraya? Korkaktım o zamanlar. Artık değilim ama. Mehmet’i
öldürmeye geldim. Ah evet, onun için geldim. Çok aradılar
Fatma’yı. Çok güldü Mehmet. Beni çok tehdit etti. Çok dalga
geçti. Karanlık bir yerdi orası. Toprak çamurlu. Ellerimle
kazmıştım. Ağaç olmalı. Evet, ağacın dibine gömdük
Fatma’yı. Yanına gitmeliyim. Çok aradılar Fatma’yı. Annesi çok
ağladı. Nasıl öldürecektim ki ben Mehmet’i? Tabanca, yanıma
almıştım. Ellerim de buruş buruş. Soğuktan oldu galiba.
Mehmet’in Fatma’yla işinin bitmesini beklerken bu ayazda. Alzheimer
demişti doktor. Saçları kızıl. Elazığlı hani. Aklım beni
terk etmeden yapmam gerekeni yapmalıyım. Kimse gelmeyecek buraya.
Mehmet Fatma’yı öldürecek yoksa. Emniyeti açık. Evden çıkarken
açtım, mermi de ağzında. Korkma Fatma geçecek. Kaç mermi sıkmam
lazım. İki… beş… sekiz… sanırım yeter. Ya peşimizden
gelirse? On… on dört… bitti. Mermim bitti. Ne çok ses çıkarıyor
bu saat. Ne işim var benim burada? Her taraf kan. Ah evet Fatma.
Gidip ağacın dibinden onu çıkarayım. Üşümüştür. Annesi ne
çok ağlamıştır hem. Alzheimer demişti doktor. Daha dün
demişti. İyiyim ama. Fatma’yı alıp anneme giderim. Ellerim de
buruş buruş, demek yaşlanmışım….
sıkıntının ve buraya gelişimin sebebi. Korkaktım o zamanlar.
Bir şey yapmadım ama Fatma’ya. İçeri girip, “Yardım
getireceğim korkma” dedim. Korktu ama. Çok korktu. Ses çıkarmadı.
Yüzü gözü kan içinde. Gözleri beyazdı ve kocaman. Ah alıp onu
kaçsaydım. Bu saat niye böyle sesli? Karnım da aç. Kahve
istemedim ki ben hem. Ellerim buruş buruş, ne kadar yaşlanmışım.
Dışarı çıkınca “Bırakıp gidelim Mehmet” dedim, “Kaçarız
buralardan. İstanbul’a gideriz, hem kim bulacak bizi”. Yardım
getireceğim demiştim Fatma’ya. Ama dışarı çıkıp Mehmet’e
yalvardım. Korkaktım. Çok korkaktım ben. “Nasıl ama güzel
karıydı değil mi? Dur ben bir daha gideceğim yanına” deyip
sırıttı. Neden sırıtmıştı ki? Beyaz gözleri vardı kocaman.
Yüzü gözü kan içinde… içeride. Bu da kim? Elinde kahve
fincanı ile bana bakıp gülüyor. Annem merak edecek beni. Çok hem
de. Kahve içmem ki ben, o büyüklerin içeceği. Karnım aç benim,
çok hem de. Saatin sesi de beynimi oyuyor. Nasıl geldim ben buraya
Allah’ım! Bunlar da kim böyle. İçimde bir sıkıntı. Hiç
geçmiyor. Kaç yıl oldu geçmiyor. Uzun mu oldu o kadar? Doktor
Alzheimer demişti. Çocuktum o zamanlar. Gözlüklüydü doktor adı
Mualla. Kahve mi içeceğiz şimdi? Bu da doktor olmalı galiba? Ne
işim var benim burada? Ah Fatma.. bağ evinde öldürdü onu Mehmet.
Çiçekli entarinin, çiçekli kemeriyle. Dışarıdaydım ben.
İçimdeki sıkıntı işte ondan sonra… gitmedi hiç. Gömdük
sonra bir ağacın altına. Taş mıydı yoksa? Sahi neden geldim ki
ben buraya? Korkaktım o zamanlar. Artık değilim ama. Mehmet’i
öldürmeye geldim. Ah evet, onun için geldim. Çok aradılar
Fatma’yı. Çok güldü Mehmet. Beni çok tehdit etti. Çok dalga
geçti. Karanlık bir yerdi orası. Toprak çamurlu. Ellerimle
kazmıştım. Ağaç olmalı. Evet, ağacın dibine gömdük
Fatma’yı. Yanına gitmeliyim. Çok aradılar Fatma’yı. Annesi çok
ağladı. Nasıl öldürecektim ki ben Mehmet’i? Tabanca, yanıma
almıştım. Ellerim de buruş buruş. Soğuktan oldu galiba.
Mehmet’in Fatma’yla işinin bitmesini beklerken bu ayazda. Alzheimer
demişti doktor. Saçları kızıl. Elazığlı hani. Aklım beni
terk etmeden yapmam gerekeni yapmalıyım. Kimse gelmeyecek buraya.
Mehmet Fatma’yı öldürecek yoksa. Emniyeti açık. Evden çıkarken
açtım, mermi de ağzında. Korkma Fatma geçecek. Kaç mermi sıkmam
lazım. İki… beş… sekiz… sanırım yeter. Ya peşimizden
gelirse? On… on dört… bitti. Mermim bitti. Ne çok ses çıkarıyor
bu saat. Ne işim var benim burada? Her taraf kan. Ah evet Fatma.
Gidip ağacın dibinden onu çıkarayım. Üşümüştür. Annesi ne
çok ağlamıştır hem. Alzheimer demişti doktor. Daha dün
demişti. İyiyim ama. Fatma’yı alıp anneme giderim. Ellerim de
buruş buruş, demek yaşlanmışım….