Yemek

Kırmızı
ışığın yanmasını bekledi. Yeterince içmişti ve trafik
polisine yakalanmak istemiyordu. Arabanın ne zaman açıldığı
bile belli olmayan radyosundan çıkan tuhaf bir müzik bu sahneye
eşlik ediyordu. İş yerinden çıkmadan önce yarım şişe viskiyi
mide indirmişti. Bazıları için fazla gelebilirdi ama Hakan için
öyle aman aman bir miktar değildi. Bazı günler birkaç şişeyi
bitirdiği olurdu. Arkadan gelen korna sesi biraz olsun kendisine
gelmesini sağladı. Trafiğe çıkan her sarhoşun yaptığı gibi
her zamankinden daha ağır ilerliyordu. Karısı ve oğluyla
buluşacaktı. Tatilden dönmüşlerdi. Firmada yükselmeye ilk
başladığı yıllarda eşiyle beraber birkaç kez tatile gitmişti.
Sonra bir şey olmuştu… Yıllar önceydi. Bir şey olmuştu ve o
günden sonra birkaç günden fazla aynı yerde kalamaz olmuşlardı.
Arkasından gelen ikinci korna sesi hızlanmasını sağladı. Artık
çok kolay sinirleniyordu. Hem de inanılmayacak kadar kolay. Böyle
olmaktan hoşnut değildi. Gençken son derece yumuşak huylu ve
uyumlu bir insandı. Oysa şimdi patlamaya hazır bomba gibi etrafta
dolaşıyordu. Neredeyse en alt kademeden işe başladığı firmada
şu an patrondan sonra ikinci adamdı. Tüm çalışanları,
mahallesindeki insanlar hatta eski arkadaşları bile onu
sinirlendirmemek için son derece dikkatli hareket ediyorlardı.
Fakat bu kez her nasılsa arkasından çalan kornaya sinirlenmemişti.
Az önce çalan melodi yerini daha da tuhaf bir elektronik müziğe
bırakırken buluşacakları yerin otoparkına girdi. Lüks aracı
parke taşla döşeli otoparkta ilerlerken onu tanıyan vale koşarak
arabaya doğru yöneldi. İşini iyi yapanları ödüllendirmesini
bilirdi. Vale aracın kapısını büyük bir saygıyla açarken son
kez aynada kendine baktı. Çok kilo almıştı, çok yaşlı
görünüyordu ve aç karnına içtiği viski yüzünden sarhoştu.
Elini cebine atıp ilk gelen parayı valenin avucuna bırakıp
restorana yöneldi. Vale arabaya binerken yüzündeki kocaman
gülümseme paranın hiç de az olmadığını gösteriyordu.

Özlem
girişe sırtı dönük vaziyette oturmuş denizi izliyor, çocukları
da masalar arasında oraya gelen birkaç çocukla beraber koşturup
duruyordu. Gideli bir hafta olmuştu ve babasını özlemediği
belliydi. Uzaktan el sallayarak uzun kıvırcık saçlı bir kızın
peşinden koştu. Hakan yüzünde koca bir tebessümle oğluna el
sallayarak eşinin olduğu masaya yöneldi. Oğlunu seviyordu. Onun
için her şeyi yapardı. İyi bir baba ve örnek olmak istiyordu
ona. Bir türlü beceremiyordu ama bunu. Oğlunun yanına sarhoş
gitmek istemiyordu, onu böyle görmesini istemiyordu. Ancak
beceremiyordu. Herkese kızdığından çok daha fazla kızıyordu
kendine sonra da oturup içiyordu. Masaya oturduğunda Özlem
uğraştığı telefondan kısa bir an başını kaldırarak
gülümsedi.

“Hoş
geldin”

“Asıl
siz hoş geldiniz” diyerek eliyle garsona işaret etti. İçinde
yükselen öfkeye mani olamıyordu. Kendine mi sinirlenmişti yoksa
Özlem’e mi bilmiyordu. Bunu ayırt edecek durumda değildi. Garson
büyük bir saygıyla yanına geldiğinde,

“Duble
viski, içine üç parça buz” dedi. Özlem hala telefonuyla
uğraşıyordu. “Sen bir şey alacak mısın?” diye devam etti
öfkesine hakim olmaya çalışarak.

“Efendim?”

Ne
sorduğunu bile anlamamıştı Özlem. Elindeki şeyle o kadar
ilgiliydi ki. “Menüleri getiriver. Şimdilik başka bir şey
istemiyoruz” dedi garsona. Ardından bir sigara çıkarıp yaktı.
Sürekli Özlem’e bakıyordu ama o, oralı bile değildi. Arkadan
çocukların çığlıkları duyuluyordu. Neşe içinde koşturup
duruyorlardı.

“Evladım
biraz sessiz ol. Bak amcalar rahatsız oluyor” diye bağırdı
biri.

“Dikkatli
oyna Cemre düşeceksin!” diye bir kadın eşlik etti bu sese.

Çocuklarını
merak ediyorlardı. O da merak ediyordu. Oğlunun düşmesini ve bir
yerini incitmesini istemiyordu. Ama çok sarhoştu ve çok
sinirliydi. Özlem kısacık bir kaç saniye bakışlarını
telefondan kaldırıp koşturan oğullarına baktı. Yaptığı tek
şey bu oldu. Ne bir şey söyledi, ne de uyardı. Bir şey söylemesi
gerekirmiş gibi geldi Hakan’a. Bir annenin oradan oraya koşturan
çocuğuna bir şey söylemesi gerekmez miydi? En azından elinde
uğraştığı şeyden daha fazla ilgi göstermesi gerekirdi. Bir şey
söylemek istedi. Vazgeçti…

Garson
istediği viskiyi masaya koyar koymaz kafasına dikip bir tane daha
istedi. Sakinleşmeye ihtiyacı vardı. Ve bunun tek yolu zihninde
beliren düşünceleri alkole boğmaktı. İkinci kadehi masaya
getirildiğinde Özlem her ne ile uğraşıyorsa halletmiş, telefonu
yanına koymuştu. Ona ne kadar aşık olduğunu düşündü. İlk
evlendiklerinde ne hayaller kurduğunu. Onu mutlu etmek için neler
yapmak istediğini. Ve işin kötüsü neler yaptığını. Sonra
hepsinden vazgeçmişti.

“Bir
şeyler yiyecek miyiz?” dedi Özlem, sanki o bunun aksine bir şey
yapmış gibi.

“Seni
bekliyorum sipariş vermek için. Orospular gibi elinden telefon
düşmüyor ki”

Arka
masalarında oturanlardan biri sinirli bir yüz ifadesiyle dönüp
Hakan’a baktı. Bir kadına küfür edilmesinden hoşlanmadığı
belliydi. Özlem, Hakan’ın sinirlendiğini anlamıştı. Son
zamanlarda giderek daha fazla iğrendiği o masum yüz ifadesini
takınarak, sakin bir sesle karşılık verdi Özlem,

“Yok,
mühim değildi yahu bir arkadaş. Ayrıca küfür etmene gerek yok,
kısa bir şey vardı onu izah ediyordum”

“Senin
gibi bir geri zekalının kime ne izah ettiğini anlamadım ama öyle
diyorsan”

“Hakan
rica ediyorum burada yapma bari…”

Garson
gelmişti. Siparişleri almak için not defterini hazırlamış
bekliyordu.

“Her
neyse zırvalamayı kes de ne istediğini söyle” dedi içkisini
yudumlarken, “Yeterince yorgunum ve buradan çıkıp görüşmem
gereken insanlar var”

Özlem
cevap vermedi. Yüzü düşmüştü. Basit bir salata söyleyip
geçiştirdi siparişi. Hakan’sa et sipariş etti. Büyük, kanlı
bir biftek. Açtı. Garson yanlarından ayrılırken Özlem hırsla
yerinden kalktı. Arka masalarında oturanlar kendi aralarında
fısıldadılar. Bu kez içlerinden bir başka kadın midesi
bulanıyormuş gibi bir yüz ifadesiyle Hakan’a baktı. İyice sarhoş
olmuştu ve kadının yüzünü doğru düzgün seçemiyordu. Bir şey
söylemek istedi.

“Onu
ne kadar sevdiğimi biliyor musunuz?” diye bağırmak, “Ya da
onun beni kaç kez aldattığını? Küfür ediyorum öyle mi?
Hakaret ediyorum… gidemiyorum işte orospu çocukları. Ne
istiyorsunuz benden? Gidemiyorum…”

Hiçbir
şey demedi. Bakışlarını önünde duran kadehe çevirdi. Çok
sarhoştu, çok yorgundu ve çok mutsuzdu. Buzlar erimişti. Kalan
viskiyi başına dikip camdan dışarı baktı. Bu hayatı yaşamak
istememişti.

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir