Yemek Daveti

Kocasını öldürmüşlerdi. İş yerinden çıkarken. Dört kurşunla vurulmuştu. Biri kafasına, üçü göğsüne isabet etmişti. Haber geldiğinde evde oturmuş televizyon izliyordu. Önce duyduklarını anlayamamıştı. Öylesine tuhaftı ki söylenenler, anlamak kolay olmamıştı. Hiçbir şeyden bahsetmemişti eşi. Yeni açacağı iş yeri yüzünden tehdit edildiğinden, inatlaştığından, rica için gelen adamları dükkanından kovduğundan. Keşke bahsetseydi. Çok düşünmüştü bunu. Eğer haberi olsaydı ne pahasına olursa olsun onu vazgeçirmeyi başarırdı. Kocasının açmayı düşündüğü iş yeri için başka planları vardı mafyanın. Sokak kabadayıları ile karıştırılacak insanlar değildi haber yollayanlar. Gerçekten tehlikeli adamlardı. Bir şeyler biliyor olsaydı… ama olmamıştı işte. Haberi aldığının ikinci gününde kocasının cenazesini kaldırmıştı. Hiçbir akrabası yoktu Savaş’ın. Yetiştirme yurdunda büyümüştü. Arkadaşları gelmişti ama. Çok severlerdi onu. İyi bir adamdı, çok insana faydası olmuştu. Hatta cenaze sırasında o güne kadar hiç görmediği, duymadığı insanları gördü, Savaş’ın yaptığı iyilikleri dinledi.

 

O gün ağlamadı. Daha doğrusu hiç ağlamadı. Sadece sustu. İçindeki öfkeyi tarif etmeye imkan yoktu. Anlatabileceği kimse de yoktu. Hayatının aşkıydı Savaş. Tüm varlığı, kalbi ve benliği ile sevmişti onu. Haftalarca sürdü sessizliği. Akrabaları, arkadaşları defalarca ziyaretine gelip konuşmaya çalıştı. Bazıları doktora götürmek için uğraştı ama nafile. Belki bir iki kelime; iyiyim, bir şeyim yok. Verilmesi gereken cevaplar. Yalnız kaldığı geceler karanlıkta oturdu. Öyle olurdu ki on gün uyumazdı. Onu tanıyan herkes çok korktu kendine bir şey yapacağından. Israrla yanında kalmak için çabaladılar. Tek kalmamalıydı. Zor bir süreçten geçiyordu. Acısını anlıyorlardı. Birileri ile konuşursa daha iyi hissederdi. Tekrar, tekrar ve tekrar aynı cümleler. Savaş’ı toprağa verişinin kırkıncı gününde sabah kalkıp kuaföre gitti. Ardından alışverişe. Güzel bir kadındı. Daha doğrusu çok güzel bir kadındı. Her zaman ilgi odağı olmuştu. Bundan keyif aldığı söylenemezdi ama durum buydu. Çevresindekiler anlam veremedi. Ne yaptığını anlayamamışlardı. Üzüntüden olduğunu düşündüler. O günden sonra her gece dışarı çıktı. Geç saatlere kadar. Eğlence yerlerinde geçirdi vaktini. Günler geçtikçe etrafındaki ilgi çemberi arttı, tersine arkadaş çevresi azaldı. Akrabaları birer ikişer aramayı bıraktı. Delirdiğini düşündüler veya sapıttığını. Arada tavsiye vermeye çalışanlar oldu kuşkusuz. Hiçbirini dinlemedi. Yaptığı şeye devam etti.

 

Aylarca sabahlara kadar içip eğlendi. Gittiği üç yer vardı genelde. Aşina olmuştu oradaki insanlara ve tabi onlar da Aylin’e. Yine çok içtiği gecelerin birinde Alper’le tanıştı. Çok parası olan, kültürsüz, kaba ve tehlikeli bir adamdı. Sürekli silah olurdu yanında. Beraber olmaya başladılar. İşte o noktada çevresinde kim varsa onu terk etti. Tek kalmıştı Aylin. Umursamadı, zaten geldiği aşamada önemi de yoktu böyle şeylerin. Alper’le tanışmasının ikinci ayında yanına taşındı. Tek meziyeti pahalı hediyeler almaktı denebilir Alper için. Özellikle Aylin’i dövdüğü gecelerin ertesi gününde. Neredeyse birkaç haftada bir tekrar ediyordu şiddet seansları ama Aylin yine önemsemedi. Her gün süslenmeye, bir önceki günden daha güzel olmaya ve Alper’in ilgisini çekmek için elinden geleni yapmaya devam etti.

 

Çok misafirleri olurdu. Başlarda değil. Neredeyse kimseyi görmemişti Alper’in yanına taşındığında. Sonraları, yavaş yavaş başlamıştı gelip gitmeler. Alper gibi tehlikeli ve pislik tipler. Hatta hayal etmekte zorlanacağınız kadar pislik tipler. Bakışları bile mide bulandırıcı olan insanlar. Gülümseyerek karşıladı her seferinde gelenleri. Artık evin kadını oydu ne de olsa. Soğuk bir kış günü, dışarıda lapa lapa kar yağarken heyecanla eve gelmişti Alper. “Yarın” demişti, “Her zamankinden güzel yemekler yapman lazım. Abi ve karısı buraya gelecekler. Her şey kusursuz olmalı, tek bir hata yaparsan kafanı patlatırım”. Alper’in yanağına bir öpücük kondurup, “Tahmininden daha güzel olacak” demişti. “Hiç merak etme kocacım”. Öyle demesinden hoşlanıyordu. Aylin de öyle hitap ediyordu. Ertesi gün gelmişlerdi hakikaten. Alper büyük bir saygıyla karşılamıştı Abisini ve elinden öpmüştü. Zayıf, uzun boylu, neredeyse hiç konuşmayan, ölü balık gibi bakan bir adamdı. Daha farklı hayal etmişti Aylin. Karısı da tam tersi, gereğinden fazla konuşkan. Kısa bir süre karşılıklı oturup yemeğe geçmişlerdi.

 

Alper’i mutfağa çağırmıştı yemek arası. Neden olduğunu söylemeden. Sinirlenmişti Alper. “Kimse beni ayağına çağıramaz” demişti bir kez ve eklemişti, “Abi hariç”. Mutfağa girince dişlerini sıkıp Aylin’in üzerine yürümüştü ama bir şey yapamazdı. Dışarıda Abi vardı. “Ne var lan orospu?!” demişti sıktığı dişleri arasından. Aylin’in elinde parıldayan usturayı görmeden. Aylin sakince boğazını boydan boya kestiğinde elini oraya götürdü. Muhtemelen başka bir şey olduğunu düşünmüştü. Her ne ise o artık. Eline ve aşağı doğru akan kanlara baktıktan sonra şaşkınlık içinde Aylin’e döndü. Hiçbir şey demedi Aylin. Bir iki adım geriye gitti ve Alper’in yere düşmesini bekledi. Kan üstüne sıçramıştı. “Tuhaf” diye geçirdi içinden, “Elbise leke olacak şimdi”. Alper yerde debelenirken usturayı masanın üzerinde bırakıp çekmeceden silahı aldı. Ayakkabılarını çıkardı ve ağır adımlarla salona doğru yürüdü. İçeriden kadının konuşma sesleri geliyordu. Yeni aldığı evle alakalı bir şeyler. Ne olduğuna dikkat etmedi. Salona girip onlara doğru ilerledi. Abi boş gözlerle ona bakarken üstündeki kan lekesini fark etti. Muhtemelen daha önce çok tuzak atlatmıştı. Hızla elini beline götürdü ama geç kalmıştı. Aylin bir yandan ona doğru ilerleyip bir yandan seri şekilde ateş etmeye başladı. Mermiler Abinin vücuduna girerken karısının çığlıkları salonu doldurdu. Abi yüzükoyun masaya devrildiğinde Aylin masanın diğer tarafına ulaşmıştı. Tabancayı masanın üstüne koyup tavuğu kesmek için getirdiği büyük bıçağı aldı ve ağır ağır soluk alıp hayatta kalmaya çalışan Abinin kafasını gövdesinden ayırdı. Gördüğü sahne eşi için fazla ağır geldiğinden bayılmıştı. Aylin kestiği kafayı masanın üstüne koyup karşısındaki sandalyeye oturdu. “Buralarda bir yerlerde sigara olmalıydı” dedi kendi kendine. “Ah işte buradaymış” deyip sigaraya uzandı ve yakıp sessizliği dinledi. Muhtemelen çok uzun sürmeyecekti. Birileri silah sesleri için polisleri aramış olmalıydı. Aldırmadan keyifle sigarasını içip önündeki kesik kafaya baktı. Son nefesi çektikten sonra sigarayı Abinin kafasının üstünde söndürüp telefona uzandı. Polisi aradı. Telefon birkaç kez çaldı. Açan polis bir şeyler söylemek istedi ama Aylin sözünü kesti.

 

“Eşimi öldüren adamı ve yardımcısını öldürdüm. Gelip leşlerini alın” dedi tane tane ve şaşkınlıkla durumu anlamaya çalışan polise adresi yazdırdı. Ardından telefonu kapatıp bir sigara daha yaktı. Duş alması lazımdı ama pekala karakolda ya da hapiste alabilirdi. Artık her nereye gidecekse… bir önemi yoktu.

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir