Tuğçe

Zengin ailenin tek kızıydı. İyi okullarda okumuş, çoğu insanın
hayal dahi edemediği yerlerde yaşamış, daha genç yaşında bir
çok şeye sahip olmuştu. Üniversiteyi bitirdikten iki yıl sonra
eşiyle tanışmıştı. Altı aylık sevgililik döneminin ardından
sürpriz evlilik teklifi gelmişti. Dolunayın gökyüzünü
aydınlattığı gecede, harika bir tekne gezisi sırasında.
İmrenerek bakmıştı insanlar. Çok güzel bir geceydi ve çok
güzel bir organizasyondu. Düğünleri dillere destan olmuştu.
Gazeteler haber yapmıştı. Türkiye’nin ileri gelen ailelerinin
ikisi birleşiyordu. Günlerce sürmüştü düğünün ayrıntılarını
anlatmaları. Hoşuna gitmişti. Balayı için dünya turuna
çıkmışlardı. İki ay sürmüştü. Ne çok eğlenmişlerdi.

Bugün
evliliklerinin yirmi ikinci yıl dönümü. O harika günün ardından
yirmi iki yıl geçti. İki çocukları oldu bu sürede. Biri on
sekiz, diğeri on altı yaşında. Ne zaman çocukları olacağını,
kaç çocukları olması gerektiğini daha en baştan planladılar.
İkisi de son derece çalışkan ve disiplinli çocuklar. Anne ve
babaları gibi. Doğdukları günden itibaren onlar için planlanmış
şeylere uydular. Ve eksiksiz yerine getirdiler. Gurur duyuyor
çocukları ile. Duyuyordu daha doğrusu. Eşi Ahmet, onu anlatmak
içinse tek kelime yeterli: Kusursuz. Geçen onca yılda bir kez bile
kavga etmediler. Her zaman ilgili, sevecen ve anlayışlı oldu
Ahmet. Elbette gergin anlar oldu ama kavga, asla. Hatırlamıyor öyle
bir şeyi.

Şu an hazırlanıyor
Tuğçe. Akşam evlilik yıl dönümlerini kutlayacaklar. Sabah
konuşmadılar bu konuyu. Akşam için plan yapılmadı ama
gideceklerini biliyor. Ahmet asla unutmaz çünkü. Günler
öncesinden hazırlamıştır her şeyi. Sürpriz yapmayı sever.
Artık sürprizlik bir tarafı kalmasa bile. Elbisesini bir hafta
önce aldı. Ne giyeceğini biliyor. Her zaman ne yapacağını
bildiği gibi. Aynanın karşısında şu an. Hâlâ güzel. Öyle
olduğunu biliyor. Hep öyledi. Ve muhtemelen hep öyle olacak.
Rujunu sürüyor. Üç hafta önce bir şey oldu ama. Kimseye
anlatmadı. Her zamanki sabahlardan biriydi. Her zaman yaptığı
şeyleri yaptı. Böyle hissetmemesi gerekirdi. İlk birkaç gün
üzerine düşmedi. Gelip geçici bir şeydi muhtemelen. Şimdiye
kadar hiç hissetmediği, bundan sonra da hiç hissetmeyeceği bir
şey. Fakat öyle olmadı. Bulantı hissi. Hayatı boyunca süregelen
kusursuzluğun getirdiği iğrenme. Tarif etmesi çok zor. Bunu
birine nasıl anlatabilir insan. Bugüne kadar yaşadığı her şeyin
binlerce insan için hâyâl dahi edilemez olduğunun bilincinde.

Rujunu sürmeyi
bitirdi. Her zaman makyajını böyle bitirir. Farklı şekilde
yapmayı denedi ama beceremedi. Şunu bile beceremedi. Midesindeki
bulantı birazcık hafifleseydi, yapabilirdi muhtemelen. İtiraf
etmesi çok zor. Aklına getirmemeye çalışıyor. Fakat kötü bir
şeye ihtiyacı var. bitip tükenmek bilmeyen kusursuzluğu yırtıp
atacak kadar kötü bir şeye hem de. İnsan ister mi böyle bir
şeyi?! Kendini kötü hissediyor. Kalbinden geçenlere mani olmaya
çalışıyor ama nafile. Elbisesini giymeli. Az sonra Ahmet arar.
Yirmi iki yıldır yaptığı gibi. Keşke aramasa. Keşke bugün bir
şey yapmasalar. Keşke Ahmet biri ile beraber olduğunu söylese.
Mide bulantısı geçer o zaman. İçten içe sevineceğini biliyor.
Çemberi yırtacak bir şeye ihtiyacı var. Telefonu çalıyor.
Arayanın Ahmet olduğunu biliyor. Bu gece bir planı olup olmadığını
soracak sanki bilmiyormuş gibi. Bir şeye ihtiyacı var, mide
bulantısını geçirecek bir şeye.

“Alo, efendim
Ahmet?”

“Bu gece bir
planın var mı?”

Lanetlendiğini
düşünüyor. Mide bulantısı artıyor. Başka şeyler düşünmeye
çalışıyor.

“Hayır, yok”
diyor gülümsemeye çalışarak.

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir