Teşhis (7. Bölüm)

Kendi karanlığının içinde yanında polislerle beraber Savcının
odasına gidiyordu. Ayakları altında eskimiş karolar. Çevresindeki
insanların düşünceleri, başlarına gelecek hikayeleri geçiyordu
zihninden. Akıp gitmelerine izin veriyordu. Şu an onlarla
ilgilenmek istemiyordu. Aşağıda yakalanan suçlulardan biri
serbest bırakılacaktı. Onu tutuklamak için yeterli delilleri
yoktu. Sadece o istisnaydı. Öylece çıkıp gitmesine izin
veremezdi. Cezasını vermek için delile ihtiyacı yoktu. Odaların
açık kapıları önünden geçerken masaları başında çalışan
memurlar gördü. İçlerinden biri bilgisayarı üstünden ona
bakarken aşağıdaki tutuklunun kalbine giden damarlardan birini
kopardı. Yanından geçen kadın memur ona bakıp ne kadar zayıf
olduğunu düşündü. Hasta olduğunu geçirdi içinden. Öyleydi…
hem de tahmin ettiğinden daha fazla. Çift kanatlı bir kapının
önüne gelince durdular. Yanındaki polislerden biri kapıyı çaldı.
Az önce yediği yediği yemek dışarı çıkmak için boğazına
yükseldi. Çıkarmamak için mücadele etti. Bir iki haftadır
yediklerini bir türlü midesinde tutamıyordu.

Oda tahmin
ettiğinden küçüktü. Oraya göre büyük sayılabilecek masanın
arkasında Savcı oturuyordu. Ellili yaşlarda, kısa boylu, tıknaz
bir adamdı. 
“Nerede duralım?”
diye sordu polis saygılı bir ses tonuyla. 
“Orada dursun,
buradan sorarım soracaklarımı” diyen Savcı, solunda oturan
daktilo başındaki kıza baktı. Uzun zamandır ona aşıktı.
Söyleyemediği kelimelerle doluydu içi. Ve asla söyleyemeyecekti.
“Hazır mısınız Necla Hanım?”
Necla, “Evet
efendim, ben hazırım” dedi gülümseyerek. Bir sene sonra
evlenecek, uzun ve mutlu bir hayatı olacaktı.
Savcı, “Pekala o
halde” dedikten sonra adını, soy adını, babasının adını ve
atfedilen suçu Can’a sormadan teker teker yazdırdı. Ardından
sert bir ses tonuyla, “Size atfedilen suç hakkında ne
diyeceksiniz?” diye sordu.

Oturduğu masanın
ardında, ona verilen yetkilerle kendini son derece güçlü
görüyordu. İstemediği bir kadınla evlenmiş, istemediği bir işe
girmiş, istemediği bir hayatın içinde bulunmaktan nefretle
dolmuştu. Karşısında gördüğü tek şey nefretini kusacağı
bir nesneydi.

Can sakin bir ses
tonuyla, “Daha önce üç çocuğu öldüren ve bir yenisini gözüne
kestiren birinin yaşamaya hakkı yoktu” dedi.

Daktilo sesi
kesildi. Bakışlar ona yöneldi. Aşağıdaki tutuklunun cesedi
kapıda bekleyen ambulansa yüklendi. Onu yaşatmak için uğraşmış
ama başaramamışlardı. Sessizlik Savcının sesiyle bozuldu.

“Bunu nereden
biliyorsunuz?”

Bunu nereden mi
biliyordu? Bir önemi var mıydı gerçekten? “Sadece biliyorum”
dedi aynı sakinlikle, “Cesetlerinin yerlerini size söyleyebilirim.
Peşinde olduğu son çocuğun görüntüleri de bilgisayarındaydı.
Muhtemelen görmüşsünüzdür”

“Bunu
araştırtacağım” dedi Savcı önündeki kağıda not alırken.
Hiçbir şeyi görmemiş, araştırmaya zahmet bile etmemişlerdi.
“Suçu kabul ediyorsunuz yani?”

“Suç mu? Size bir
suçluya gereken cezayı verdiğimden bahsediyorum”
“Kes! Hiçbir
şeyden bahsetmiyorsunuz, bunlar sadece laf” diye bağırdı Savcı.
“Öncelikle şunu kafanıza sokmanız lazım ki burada suçluları
cezalandıracak olan biziz. Siz değilsiniz ve artı burada bulunma
sebebiniz suçlu olmanız. O çocukların öldürüldüğünden
haberiniz varsa bir şekilde işin içindesiniz demektir. Ayrıca
ortada bir ceset yok. Sadece evinde öldürdüğünü ifade ettiğin
bir adama karşı yönelttiğin suçlamalar var”

Arkasındaki polis
bir an evvel eve gitmek için can atıyordu. Yeni evliydi. Diğerinin
uykusu gelmişti ve uyumamak için çabalıyordu. Necla sevgilisinden
gelecek mesajı düşünüyordu. Savcı öfkesini kusmak için bir
şeyler söylemesini bekliyordu. Buraya neden geldiğini düşündü.
Gerçekten neyi merak etmişti ki. Ne söylemelerini bekliyordu
gerçekten. Dışarıda güneş açmıştı yeniden. Bulutların
arasından umut saçan ışıklar sızıyordu şehre. Aniden buraya
gelmesinin asıl sebebini fark etti. Ölmesine rağmen onlar için
kötü birini ortadan kaldırdığının bilinmesini istemişti.
Bilinmeyi istemişti. Kimseye güçlerinden bahsetmemişti. Kimseye
yaptıklarını anlatmamıştı. Ölüyordu ve yaptıklarından
kimsenin haberi olmayacaktı. Oysa kimsenin umurunda bile değildi.

“Cinayeti ne ile
işlediniz?” 
“Ölüyorum ben”
dedi mırıldanarak. 
Savcı, “Anlamadım,
yüksek sesle konuşun!” dedi sert bir sesle.
“Ölüyorum dedi”
diye araya girdi Necla.
“Bu bizi
ilgilendiren bir durum değil. Sağlık raporunuzu daha sonra gerekli
yerlere iletirsiniz. Zaten hastanede değilsiniz şu an. Tekrar
soruyorum cinayeti ne ile işlediniz?”
Can elini şakağına
götürüp, “Bununla” diye mırıldandı yine. 
“Ne diyor bu gene,
anlamıyorum” dedi Savcı Necla’ya dönerek. Sadece hoşuna
gitmediği için iki kişiye uydurma suçlardan dava açmıştı.
Biri hala içerideydi. İçinde Necla’ya söylemediği sevgi
sözcükleri vardı. 
“Başını işaret
edip, bununla dedi Sayın Savcım” dedi Necla. Savcıdan
tiksiniyordu. Ona bakışlarının farkındaydı ve bu hiç hoşuna
gitmiyordu. 
“Dalga mı
geçiyorsun sen benimle be adam” diye bağırdı Savcı.

Neden sinirlendiğini
bilmiyordu. Aslında bilmeye de ihtiyacı yoktu. Yaptıklarından
sonra böyle bir şey… onlar için kendini öldürüyordu.
Yeteneklerini kullanmak için ilaç bile almıyordu. Ölüyordu…
Karşısındaki zavallı ise ona gücünü göstermek için
uğraşıyordu. Polisler arkalarındaki duvara çarpıp kendinden
geçti. Necla çığlık atı. Savcı arkasında patlayan camdan
dışarı doğru savrulup öylece havada durdu. Çığlık çığlığa
bağırıyordu.

Can sakin bir
tavırla Necla’ya döndü, “Olanları yazmaya devam edin. Ve
sonuna şunu ekleyin Savcı havada çocuk gibi bağırırken altına
kaçırdı”

Savcıyı içeri,
duvarın dibinde yatan polislerin yanına savurdu. Dönüp Necla’ya
gülümsedi. O ise korku dolu gözlerle gördüklerinin gerçek olup
olmadığını anlamaya çalışıyordu. Pencereden çıkıp
havalandı. Güneş yeniden bulutların arkasına saklanmıştı.
Kaybolmuştu. Ne yapacağını. Yaptıklarını ne için yaptığını
bilmiyordu. Hiçbir şey bilmiyordu. Ne olduğunu bile bilmiyordu…

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir