Pavyon

Yıldız Pavyonu bilindik gecelerinden birini yaşıyordu. Sahnede
çalıp oynayanlara masalardakiler eşlik ediyor, içki su gibi
akıyordu. Dünya üzerindeki sahte cennetin tadını çıkarmaya
gelen müşteriler hallerinden memnundu. Saatler ilerlerken yaşlı
bir adam kapıdan içeri girdi. Böyle bir gecede tek başına gelen
müşteriye masa açmak akıl karı değildi. Garsonlardan biri adamı
fark ederek baş garsona işaret çaktı. O ne yapılacağını
bilirdi. Baş garson ciddi bir yüz ifadesi takınarak yaşlı adama
yaklaştı.

“Efendim
inanın yerimiz yok”

Yaşlı
adam sakince garsonun yüzüne baktı. Çekik gözleri duygu
içermiyordu. Elini cebine attı, iki yüz lira çıkarıp garsonun
yüzüne tuttu.

“Beyefendi
sizi anlıyorum ama…”

Bir
iki yüz lira daha…

“Masaların
hepsi rezer…”

Bir
tane daha…

Baş
garson eliyle komilerden birine işaret ederek bağırdı,
“Beyefendiye güzel bir masa açın çabuk. Buyurun efendim hoş
geldiniz” dedi.

Yaşlı
adam ağır adımlarla gösterilen masaya ilerledi. Sahnedeki eğlence
almış başını gidiyordu. Müşterilerden biri iyice kafayı
bulmuş halde kızlarla dans etmekteydi. Bir hayli komik sahneydi
doğrusu. Ayakta durup bir süre onları izledi. Bu arada masası
hazırlandı. Yerine oturdu, rakı ve yiyecek bir şeyler söyledi.
Ve bir yüz lira çıkarıp kominin cebine koydu.

Müzik
duraksadı. Müşteriler alkışladı ve hareketli bir parça ile
yeniden başladı. Yan masada oturan üç genç neşe içinde
bağırdı. Muhtemelen çalan şarkı hoşlarına gitmişti.
Harçlıklarını biriktirip ilk kez gelmişlerdi pavyona. Gençliğin
verdiği neşe ve heyecanla doluydular. Onlara bakıp gülümsedi
yaşlı adam. Eski günlerini düşündü. Bir zamanlar genç olduğu
dönemleri. Üstünden asırlar geçmişti sanki. Konsomatrislerden
biri karşı masadan ona gülümsedi. Muhtemelen baş garson paralı
kart zampara diye bahsetmişti ondan. Paralı biri içeri girdiğinde
haberi çabuk yayılırdı. Derin dekolteli ve bol makyajlı bir
kadın. Ağır hareketlerle yerinden kalkıp ona doğru gelirken
başını diğer tarafa çevirdi. Kimseyi masasında istemiyordu.
İçeridekiler müzikle coşmuştu.

“Olgun
erkek gibisi yoktur” dedi yanına gelen kadın. Yüzünde sahte bir
gülümseme. Eskiden alışıktı böyle şeylere.

“Kimseyi
istemiyorum yanımda” dedi sakin bir ses tonuyla. Sonra cebinden
birkaç iki yüzlük çıkarıp masaya koydu ve “Yanına iki
kişiyi alıp şu üç gencin masasına git. Ne isterseniz söyleyin,
hesabı bana yazdırırsınız. Onları eğlendirmenizi istiyorum”
dedi.

Omuzlarını
silkti kadın, “Benim için fark etmez” diyerek ilerideki
masalardan birine el salladı ve gençlerin yanına yöneldi.

Buraları
özlemişti. Ne kadar olmuştu gelmeyeli. Otuz iki yıl? Yok, o
içeride kaldığı süreydi. Bir yıl da kaçaklıkta geçmişti.
“Otuz üç” diye fısıldadı. Sevda vardı o zamanlar, namıdiğer
Kızıl Alev. Şehrin hepsi ona aşıktı. Peşinde servetlerini
yemişti erkekler. “Böyle bir güzelliği buralar hiç görmedi”
demişti yaşlı bir garson. Gerçekten öyleydi. Aşık olmuşlardı
birbirlerine. Onun da adı alemlerde yeni yeni duyulmaya başlamıştı.
Deliydi lakabı. Olmayacak yerlerde, olmayacak şeyler yaptığından
vermişlerdi bu adı. Hayat hiçbir zaman istediğiniz gibi gitmez.
En azından her zaman… Sevda pavyondan ayrılıp yanına taşınınca
işler karışmış, bir sürü belalı tip peşine düşmüştü. O
zamanlar başka birileri işletiyordu burayı. Konuşmak için
gelmişti o gece. Sadece konuşmak için. Doğru düzgün anlatırsa
eğer, dinleyebileceklerini ummuştu. Sonra beş kişiyi içeride,
iki kişiyi de çıkarken kapıda vurmuştu. Dördü orada, ikisi
hastanede öldü. Sağ kalan tek kişi de asla eskisi gibi olmadı.
Kurşun beynine büyük hasar vermişti. Geçen yıl kaybetmişti
Sevda’yı. Onca yılın ardından kaybolan günlerini ve yiten
aşkını anmak için gelmişti buraya. Ne kimse ile konuşma niyeti
vardı ne de masaya kadın çağırmak. Ağır bir şarkıya
başlamıştı sahnedekiler. Eğlenceye kısa bir ara. Sevdiği halk
türkülerinden biri.

İkinci
duble rakısını doldururken sağındaki masada oturanlardan birinin
gençlerim masasına doğru gittiğini gördü. Kirli sakallı,
tehlikeli görünmeye çalışan iri yarı bir adamdı. Böylelerini
çok görmüştü gençliğinde. Aralarında çok bulunmuştu.
Rakısına su koyup bir yudum aldı. Adam masasının yanından
geçerken ayağa kalkıp omzuna dokundu.

“Bir
sorun mu var?” dedi sakin bir ses tonuyla.

“Var!
Şu karıları abimiz çağırdı az önce, soytarıların masasına
gitmeyi tercih ettiler”

“Ben
yolladım, bir probleminiz varsa bana söyleyin”

Adam
müstehzi bir gülüşle baştan aşağı süzdü Deli’yi. Ceketini
hafifçe aralayıp belindeki silahı gösterirken, “Hayatta iki tip
insan vardır dede” dedi, “Birisi boş yere…”

“Hep
böyle boş konuşursunuz” diyerek sözünü kesti adamın ve
buzluğun içinde duran rakı şişesini alnına vurdu.

Parçalanan
şişeyle beraber tuhaf bir ses çıkardı adam. Daha önce böylesini
duymamıştı, komik geldi. Adamın arkadaşları ayağa kalkıp
ellerini bellerine attı. Sert adamlardı, en azından öyle
olduklarına inanıyorlardı. Sağda duran silahını ona doğrultup
bir küfür savurdu. Her zaman aynı şey. Ateş edeceğine anlamsız
kelimeler sıralama ihtiyacı. Bunu bir türlü anlayamamıştı.
Sahnedekiler durumdan habersizdi. Neşeli bir şarkının
ortasındaydılar. Solist sözleri argo kelimelerle değiştirip
salondakileri güldürüyordu. Sakince masaya doğru ilerledi. Henüz
sinirlenmemişti. Eskisi kadar deli değildi. Az önce küfür eden
adam bu kez daha uzun bir taneyi tercih etti.

Sakince
elini kaldırıp, “Bir yanlış anlaşılma var…” diyecek oldu
ama soldaki adam sustalısını açıp üstüne yürüdü.

Boş
gelmemişti. Kemerinde eski günlerden kalma sallaması vardı. Adam
bıçağı onu göstermek için kullanıyor gibi önünde tutarak
ilerledi. Daha önce doğru düzgün bıçak kavgası etmediği
belliydi. Birkaç adım kala bıçağı sağdan sola doğru savurdu.
Müşterilerin bir kısmı durumu fark etmiş kaçışıyordu.
Arkasından kadınların bağrışını duydu. Sakince bir adım
geriye kaçtı, belindeki bıçağı çekti ve adamın boynunun sağ
tarafına vurdu. Önce hiçbir şey olmadı. Filmlerdeki gibi kan
fışkırmaz ilk darbeyi vurduğunuzda. Adam bile tam olarak ne
olduğunu anlamamıştı. Artık duramazdı. Hızla masaya doğru
ilerledi. En baştan silahını çekip incelikli küfürler sıralayan
adam ateş etti. İşte bu sesi herkes duymuştu. Bir patırtıdır
koptu. Birine silah doğrultup vurmak kolay iş değildir. Mermi otuz
santim kadar üstünden geçti. Muhtemelen kafasına nişan almaya
çalışmıştı. Panikle ikinci kez tetiğe bastı adam. Gözlerini
kapamıştı ateş ederken. Çok görmüştü böyle şeyleri.
Öldürmek öyle kolayca yapabileceğiniz şeylerden değildir. Artık
mesafeyi kapatmıştı. Sol eliyle tabanca tutan eline vurup adamın
çenesinin ortasına bıçağı indirdi. Abi dedikleri ise taş
kesilmiş gibi duruyordu o ana kadar. İçlerinde en serti.
Liderleri. Yüzü paramparça olan adam çığlık attı. Abileri
silahını doğrultmak isterken ucu masaya takıldı ve elinden
düşürdü. Yere eğilip almaya çalıştı ama çok geçti. Bıçağı
ensesine indirdi. Kesilen omurgası yüzünden bir torba gibi masanın
altına düştü abileri. En sertleri. Arkasından birilerinin
bağırdığını duydu. Pavyonun adamları. Silahlarını çekmiş
bir şeyler söylüyorlardı. Yine anlamsız kelimeler. Ne çok
seviyorlardı konuşmayı. Bıçağı masanın örtüsü ile silip
beline taktı.

Bağıran
adamlara döndü, “Bir şey yok” dedi, “Polisi çağırın”

“Sadece
eski günleri yad etmeye gelmiştim” diye mırıldandı sonra,
“Sadece eski güzel günleri…”

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir