Mecnun, Leyla ve Efe (2. Bölüm)

Savcı tedbir olsun diye otopsi istemiş, cinayet olmadığı
kesinleşmişti. Mehmet, beyin kanaması sonucunda hayatını
kaybetmişti. Kısa bir araştırma ile kimlik bilgilerine ulaşılmaya
çalışılmış ama bir şey elde edilememişti. Evde kimliği
çıkmamıştı. Parmak izi veya diş kayıtları da yoktu Mehmet’in.
Kimsesiz bir ceset için uğraşmaya niyeti olan biri de yoktu
doğrusu. Cenaze namazı kılınırken dört kişi vardı avluda.
Efe, evde Mehmet’le beraber kalan İsmet adlı şarapçı, caminin
imamı ve namaz vaktini bekleyen yaşlı bir amca. O günün ardından
Mehmet, Efe için bir takıntı haline gelmişti. Daha birkaç hafta
önce yaşayan bir insanın böyle yok olmasını sindiremiyordu. Kim
olduğunu öğrenmeli ve en azından öldüğünü yakınlarına
haber vermeliydi. Biri olmalıydı. Onun için üzülecek, ardından
yasını tutacak biri. Bir tek İsmet vardı. Bir iki kez yanına
gitmiş, bir şeyler öğrenmeye çalışmıştı. Onca yıl içinde
hayatından bahsetmiş olmalıydı Mehmet öyle ya. Şarap içmekten
aklının yarısını şişelerde kaybetmişti İsmet.
Söylediklerinin ne kadarının doğru ne kadarının hayal olduğunu
anlamak imkansızdı. “Çok aşıktı Mecnun” demişti yeni bir
şişe şarap açarken, “Kim olduğunu hiç söylemedi. Orada,
öldüğü yerde oturur yola bakıp türküler söylerdi. İçerdim
ben de… eskiden başka bir abimiz daha vardı bizimle. Uzun boylu,
iri yapılı. Tinerciler bıçakladı onu da. Güzel bir abimizdi, o
olsaydı anlatırdı. Çok kafası çalışırdı”. Doğru düzgün
bir şeyler anlattığı tek şey bu olmuştu. Sonra mahalleliye
sormuştu Mehmet’i. Hepsi üç beş kuruş yardım edermiş. Arada
bir de ufak tefek işler yaparmış Mehmet. Cebine biraz para
girermiş o işlerden. Kaldıkları evin de sahibi belirsiz. Bir sürü
mirasçısı varmış. Öyle biliyormuş en azından mahalleli. Alt
sokaktaki yaşlı kasaba sormuştu, ona neden Mecnun dediklerini.
“Kimseye zararı dokunnmayan, çok güzel adamdı Mecnun. Hiç
konuşmazdı neredeyse. Dertli dururdu hep. Ondan Mecnun diyorduk
galiba. İnanın nedenini ben de bilmiyorum” demişti yaşlı adam.
Kısacası elde avuçta tutulur bilgi edinememişti.

Aradan
geçen bir ayın ardından giderek artan merakı ile evde oturmuş
rakı içiyordu Efe. Önündeki sehpada, Mehmet’in cebinden çıkan
gazete haberi ve siyah beyaz fotoğraf. Fotoğraftaki genç adam
tebessüm ediyordu umut dolu gözlerle. Köşeleri yıpranmış,
birkaç yerden katlama izi ile bölünmüş. Uzun yıllar önce bir
gün; daha Mecnun olmadan önce Mehmet, gittiği fotoğrafçıda
umutla gülümsemişti objektife. Üstünde güzel bir takım elbise,
özenle taranmış saçlar ve sinek kaydı tıraş. Gördüğü
cesedin haliyle yakından uzaktan alakası olmayan bir adam. Boşalan
kadehinin yerine yenisini doldurdu fotoğrafa bakarken. “Kimse
böyle yok olmamalı” dedi kendi kendine. Ve yine bir kez daha
yarın eski eşini arayıp çocuklarını almayı düşündü.
Onlarla bir yerlere gitmeyi. Yapmayacağını bile bile. Büyük bir
yudum aldı kadehten ve gazete haberini aldı eline. Bir düğün
haberi: Sosyetenin çapkın genci sürpriz bir evlilikle dünya evine
girdi. Bunu neden taşırdı ki bir insan cebinde? Bir tane daha
sigara yaktı. Haberin altındaki fotoğrafta iki genç, gülümseyerek
bakıyorlar onları izleyen davetlilere. Kim olduklarını
araştırmıştı elbette. Sayılı ailelerden birinin oğlunun
düğünündendi fotoğraf, yanındaki de Leyla adında bir kız.
Leyla adında bir kız… aceleyle sigarasını söndürüp masanın
üzerinde duran kupürü eline aldı. “Her Mecnun’un bir Leyla’sı
vardır” dedi istemsizce. Bunun aklına gelmemiş olduğuna
inanamıyordu.

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir