Mecnun, Leyla ve Efe (1.Bölüm)

İnsanın içini umutla dolduran güzel bir yaz akşamıydı. Eve
geleli çok olmamış, dünden pişirdiği yemeği hazırlamak için
mutfağa girmişti. Bir yandan yemeğin ısınmasını bekliyor diğer
taraftan haberleri takip ediyordu. Sabahtan beri doğru düzgün bir
şey yememiş, oradan oraya dolaşıp durmuştu. Çocukluk hayali
polis olmak, çözülemeyen cinayetlerin peşinde maceradan maceraya
koşmaktı. En azından bunu başarmıştı. Fakat hayat filmlerdeki
gibi değildi. Bitip tükenmeyen evrak işleri, kurum içi
sıkıntılar, saatler süren görevler ve tabi ki pek de maceralı
olmayan bir dolu adi suç. Hiç birinin romantik tarafı yoktu. Ancak
her şeye rağmen elinden gelenin en iyisini yapmaya gayret etmişti,
ediyordu. Evliliğini mesleği uğruna feda etmişti. Boşanalı
sekiz yıl olmuştu. Karısı ile birbirlerine ölesiye aşıktılar.
Başlarda her şey o kadar güzeldi ki. Sonra çöldeki serap gibi
kaybolup gitmişti yaşadıkları. Yedi yaşında bir oğlu vardı.
Sürekli oğlunu görmeyi, dışarı çıkarmayı, beraber bir şeyler
yapmayı düşünüyor ama bunun bir adım ötesine geçmiyordu.
Umursamamakla ilgisi yoktu yaptığının. Hakikaten onu görmek
istiyordu fakat görmüyordu. Telefon açmak istiyor ama açmıyordu.
Hiçbir şey yapmıyordu. Sadece işe gidiyor ve eve geliyordu.

Isınan
yemeği tabağına doldurup masaya oturdu. Tadı berbattı. Yemek
yapmayı asla beceremeyecekti. Dışarıdan bir şeyler söylemeyi
düşündü ama vazgeçti. Bekleyecek hali yoktu, kurt gibi
acıkmıştı. Açık pencereden içeri sokağın sesleri dolarken
sessizce yemeğini yedi. İnsan yalnızlığa çabuk alışıyordu.
Neredeyse hiç çiğnemeden yuttu tabaktakileri. Çay demleyip içmeyi
düşündü her akşam yaptığı gibi ve sonra her akşam yaptığı
gibi vazgeçti. Mutfaktaki küçük televizyonu kapatıp salona
geçti. Karısı giderken tüm eşyaları beraberinde götürmüştü.
Evde doğru düzgün eşya yoktu. Salondaki bir ayağı kırık
koltuğun yanında duran çekyata oturdu. Televizyonu açıp haber
kanalını açtı yine. Hepi topu bu kadardı salondaki eşyalar
zaten. O sırada telefonu çaldı. Sedat arıyordu.

“Hayırdır?”
dedi telefonu açıp, “Bu saatte aradığına göre önemli bir şey
olmalı”
“Doğrusu
çok önemli değil fakat cinayet masasından birine ihtiyacımız
var. Yaşlı bir adama ait ceset bulunmuş. Cinayet olduğunu
sanmıyorum ama usulü biliyorsun, birinin gelmesi lazım”
“Sen
de kimseyi bulamayınca…”
“Evet,
Erkan’ı aradım gerçi ama işi vardı. Efe’ye rica et o gelir
dedi”
“Yapacak
daha iyi bir işim yok, doğru söylemiş. Adresi bana at hazırlanıp
çıkıyorum”

Dışarısı
gezmeye çıkan insanlarla doluydu. Eskiden ne kadar severdi bir
yerlere gitmeyi. Uzun zamandır yapmadığını fark etti. Yarın bir
şeyler planlamayı düşündü. Gitmediği bir yere gitmeyi mesela.
Sonra aklına oğlu geldi. Pekala onunla gidebilirdi. Sabah ilk iş
oğlunu arayacaktı. Trafikle cebelleşirken hiç yapmayacağı
planlarına bir yenisini daha ekledi. Neyse ki Sedat’ın verdiği
adres çok uzak değildi. Ana caddeden ayrılıp dar sokağa
girdiğinde, yolun kenarına park etmiş polis aracının ışıklarını
gördü. Biri dokunca yıkılacak gibi duran eski evin kapısında
durup etrafa baktı. Görevli polisler tanımamıştı onu. Sedat’ı
görmek için sağa sola bakınırken üst katın penceresinden onun
sesini duydu.

“Buradayız,
geç kaldın”
“Berbat
bir trafik var, dua et yakın yerdeydiniz” deyip içeri girdi.

Burada
birinin yaşamış olması tuhaf geliyordu. Böyle bir yerde yaşayan
biriyle karşılaşmayı ummazdınız. Cinler ya da periler
olabilirdi ama insan asla. İçeride berbat bir nem ve leş kokusu
vardı. Önce cesetten geldiğini düşündü kokunun ama öleli çok
olmamıştı yaşlı adamın. Evde onunla beraber yaşayan şarapçı
aramıştı polisi. Aşağı kattaki mutfak masasında oturmuş,
sessiz sessiz ağlarken gördü onu yukarı çıkarken. Yaşlı adam
pencerenin önündeki sedirin üstünde dışarı bakarken öylece
kalakalmıştı. Öldüğünü söylememiş olsalar birini
beklediğini düşünebilirdi.

“Ne
zaman bulmuşlar?” diye sordu içeri kısa bir bakış attıktan
sonra.
Sedat
yanan sigarasından derin bir nefes çekip, “Bir kaç saat evvel.
Sonra da bizi aramışlar”

Herhangi
bir boğuşma ya da darp izi yoktu. Hiçbir yeri görmeyen
penceresinden uzaklara bakarken ruhunu teslim etmişti yaşlı adam.
Yalnızlığı ve yaşadığı yerin etkisi derin bir hüzün
bırakıyordu insanın üzerinde.

“Adı
neymiş?”
“Mehmet
dedi aşağıdaki adam, zaten o bulmuş. Mecnun derlermiş kendi
aralarında. Onun haricinde de bir şey bulamadık. Ne kimlik var ne
de başka bir belge. Cebinden sadece eski bir fotoğraf ve kesilmiş
bir gazete haberi çıktı”
“Hepsi
o kadar mı?! Olur mu canım öyle şey. Şimdilik Mehmet diye
geçelim tutanağa. Nasılsa buluruz kim olduğunu. Cinayet olmadığı
çok açık ama yine de otopsi isteyebilirler. Sen tutanağı
hazırladın mı?”
“Evet
evet…”
“Tamamdır
o halde. Ben imzayı atayım, arkadaşlar da cesedi alsınlar. Delil
aramasını gerektiren bir durum yok zaten”

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir