Kopuş

Gündüz bir ara hava
düzelmiş, dışarı çıkmışlardı. Yürüme mesafesindeki parkta
bir banka oturup havanın tadını çıkarmış, gelir geçer şeyler
üzerine üç beş lakırdı etmişlerdi. Kış henüz yerini bahara
bırakmaya hazır değildi ama gün çok güzeldi. Oynayan çocukları
izlemişti bir yere varmayan sohbet bittiğinde. Sonra kitap
okumuştu. Edebi bir değeri olmayan macera kitabı. Kahramanın
yerine kendini koymak hoşuna gidiyordu. Edebi değerinin olup
olmamasının hiçbir önemi yoktu. Kötü adamları yendiğini
düşünmek, asla yapamayacağı şeyleri hayal etmek kafi geliyordu.
Çocukların sesleri eşlik etmişti hayallerine. Bir ara kitaptan
başını kaldırıp onları izlemişti. Neşeleri insanın içini
ısıtıyordu. Silik bir tebessüm belirmişti dudaklarında onları
izlerken. Kitaba dönüp biraz daha okumuştu. Bir kızı kurtarmış,
peşine düşen düşmanlarını atlatıp kızla beraber bir dağa
kaçmıştı. Böyle hayatlar var mıydı gerçekten? Olmasa yazarlar
mıydı hiç? Öyle ya, birileri yaşamıştı bunları demek ki.
Hava ne kadar güzel
olursa olsun kış günleri kısaydı ve güneş bir an evvel gitmek
ister gibi koşturup dağların ardına girmişti. Eve doğru
yürürken arabalardan konuştular. Her zaman almak istedikleri ama
hiçbir zaman alamadıkları arabalardan. Bir macera sever olarak
spor arabaları severdi. Tartıştılar biraz. Spor arabaları
sevmemesine sinirlendi. Her zaman böyle olurdu zaten. Hangi konu
açılsa olur olmaz tartışır, bir süre sonra unuturlardı. Eve
gelene kadar unutmuşlardı bile. Karınlarını doyurmak için bir
şeyler yediler sonra. Alelade ev yemekleri. Karın doyurmak için
yapılmış, lezzeti bile olmayan şeylerden. Televizyonun karşısına
geçtiklerinde kitabına geri döndü. Saçma sapan şeyleri izlemek
istemiyordu. Yatma vakti gelene kadar kitabı bitirmişti. Kapağını
kapatıp okuduklarını kafasında canlandırdı yeniden.
Yapabilseydi. En azından birazını bile gerçekleştirebilseydi.
Gözlerini kapatıp nasıl büyük bir haz alacağını düşündü.
Hayal etmek yetmiyordu. Belli bir yere kadar ama sonra
yetmiyordu. Kalkıp yatmaya gittiklerinde düşündüğü tek şey
buydu. Hayal etmek istemiyordu artık, yapmak istiyordu.
İşin doğrusu aylardır
onu meşgul eden tek fikir buydu. Yapmak. Bu kelime beynini yiyordu.
Çok fazla şey yapmamıştı ama çok fazla şey hayal etmişti.
Buna bir son vermeye niyetliydi artık. Ne pahasına olursa olsun hem
de. Yattıkları oda bahçeye bakıyordu. Pencere tarafında yatardı.
Bir sokak lambası ve her yıl biraz daha camı kaplayan çam ağacı
görünürdü uzandığı yerden. Bazı geceler pencereye gidip
dışarıyı izlemek isterdi ama yapamazdı. Yapmak. Basit görünen ama en
zor olan şey. Aylar öncesinden planlamıştı her şeyi.
Düşüncelerine bile hakim olmaya çalışarak yapmıştı hem de.
Hissedilebilirdi. Çok emin değildi ama öyle bir ihtimal vardı.
İnce ince, ağır ağır yapmıştı her şeyi. Maket bıçağını
aylar önce bir şeyleri kesmek için alıp çekmeceye koymuş,
“unutmuştu”. Bacağını bir yere “çarpıp” yaralamış,
sarmak için sargı bezi almıştı. Kağıtları “birleştirmek”
için getirdiği zımbayı geri götürmemişti. Bir iki kitap alıp
bakmıştı. İnsan vücudunu merak ettiğini söylemişti. Aylar
sürmüştü hepsi. İğne oyası gibi en ufak ayrıntı ile uğraşıp
yavaş yavaş ilerlemişti. Bunların hepsi kolaydı aslında. Hayal
etmek gibi kolay. Yapmak ayrı bir şeydi.
“Böyle bir
ameliyattan sağ çıkmanız mümkün değil” demişti doktorlar.
Küçüktüler o zaman. Büyüdükçe bir şeylerin değişeceğini,
yeni şeyler bulunup ameliyatın başarılabileceğini düşünmüştü
ama olmamıştı. Siyam İkizi olarak doğmuşlardı. Yirmi bilmem
kaç yıldır yan yanaydılar. Tuvalete bile tek başına gitmenin
nasıl bir şey olduğunu bilememek. Ya da istediğin an bir yere
kalkıp gidememek. Sen hasta olmasan bile kardeşin olduğunda olmak.
Tek başına kalamamak. Bunun nasıl olduğunu bile bilememek. Böyle
binlerce şey. Binlerce yapılamayan şey. Her şeyi değiştiren
nokta okuduğu bir kitapla başlamıştı. Savaşmaktan kaçan birini
durdurup “Amaç için birini ya da kendini feda etmek istemiyorsan,
onu yeterince istemiyorsun demektir” demişti kitabın kahramanı.
Sonra gittikleri doktor şöyle demişti, “Ameliyatı yaparız ama
biriniz sağ kalabilirsiniz”. O andan itibaren her şey yavaş
yavaş yerine oturmuştu. Doktor o cümleyi kurduğu anda bile
ameliyat olmaya hazırdı ama kardeşi kabul etmemişti. Ölmek
istemiyordu. Korkaktı. Spor arabalara binmeyi istemeyecek kadar
korkak hem de.
İkizler aynıymış
gibi gelir insanlara. Hele Siyan İkizi iseniz birbirinizin tıpatıp
aynısı olmanız gerekir. Öyle hayal ederler. Öyle olmanız
gerekir. Her şeyi hissettiğinizi, her şeyi aynı düşündüğünüzü
tahayyül ederler. Bazen olur hakikaten. Arada bir aynı şeyi
hissettiğinizi fark ederseniz. Ama bunca yıldır yan yana olan iki
insan için normal değil midir? Uzun yıllar beraber yaşayan
çiftler de bile olmaz mı bu? Eskiden insanlara izah etmeye
çalışırdı öyle olmadığını. Ancak uzun zaman önce
bırakmıştı bunu yapmayı. Siz ne derseniz deyin onlar
düşündükleri şeye inanmayı seviyorlardı. Kardeşi uyuduğunda
dönüp camdan dışarıya baktı. Çam ağacı biraz daha büyümüş
iyiden iyiye camı kaplamıştı. Yıllar önce daha çocukken sadece
sokak lambasını gördüğü zamanları hatırladı. Sonra dönüp
kardeşi ile birleşik olduğu karnına baktı. “Biriniz sağ
kalabilirsiniz” diye mırıldandı. Kardeşi derin bir nefes alıp
verdi. Amacına ulaşmayı ne kadar istiyordu? Buna hazır mıydı?
Yapmak. “Ya bu gece ya da hiç” diye geçirdi içinden. Kapıdan
tek başına çıktığını hayal etti. İçlerinden biri; en
azından özgür olmayı gerçekten isteyen biri, sağ kalacaktı.
Zayıf ve korkak olan o değildi. Bunu hak ediyordu. Bunu yapacak
cesareti vardı. Yaşamayı hak ediyordu. Bir kadınla beraber
olmayı, okuduğu kitaplardaki kahramanlar gibi maceralara atılmayı
hak ediyordu. Televizyon karşısında kaybolup giden bir ömür için
korkmak saçmaydı. Yapmak. Derin bir nefes aldı. Yeterince hızlı
olursa çok kan kaybetmezdi. Yarayı zımba teliyle birleştirip
sardıktan sonra özgürdü. Amacı için birini feda edecekti.
Yaşamak için, özgür olmak için. “Yapmak” diye fısıldadı.
Ve başının altındaki yastığı kaldırıp kardeşinin yüzüne
bastırdı. İlk başta hiçbir şey olmadı. Hatta bu duruma
şaşırdı. Bu kadar kolay olmasını beklemiyordu. Sonra aniden
kardeşi mücadele etmeye başladı. İnsanın eşitiyle boğuşması
gerçekten zordu. Duramazdı. Buraya kadar geldikten sonra
durmamalıydı. Olanca gücüyle yastığa abandı. Kardeşi boğazına
sarılıp onu itiyor, bir yandan da boğazını sıkıyordu. Bir an
ondan önce kendisinin boğulacağını düşündü. Diğer el yüzünü
yırtarken derin bir acı duydu. Yapmak. İşte zor olan buydu.
Sonunda kardeşi teslim oldu. Boğazındaki el gevşedi. Bacakları
boşaldı. Öylece kendini bıraktı. Emin olmak için dakikalarca
yastığa bastırmaya devam etti. Neden sonra öldüğünden emin
olup yastığı kaldırdı. Uyuyor gibi görünüyordu. Rahat ve
huzurlu bir hali vardı. Üzüntü duyacağını düşünmüş, bunun
için hazırlanmıştı ama o halini görünce mutlu oldu. Ölmek onu
da rahata kavuşturmuştu. Şimdi yapması gereken tek şey
aralarındaki bağı koparmaktı.
Bir süre uzanıp
nefesinin düzelmesini bekledi. Etrafta en küçük ses yoktu. O
an ilk kez yanında birinin nefes alış verişini duymadan yatakta
uzanmanın ne kadar güzel olduğunu fark etti. Böyle bir şeyi hiç
yaşamamıştı. Uzanıp maket bıçağını, sargı bezini ve
zımbayı çıkardı. Canının acıyacağını biliyordu. O yüzden
hızlı hareket etmeli ve bayılmadan her şeyi yapmalıydı. Kan
basıncı düşmeye başladığında işini bitirmiş olmalıydı.
Bağlantı noktası kaburganın hemen altından başlayıp kalça
kemiğine kadar uzanıyordu. Kesmeye üstten başlayıp aşağı
doğru gidecekti. Maket bıçağını yarıya kadar çıkarıp derin
bir nefes aldı ve ilk darbeyi vurdu. Et ikiye ayrılırken derin bir
acı duydu. Beynine saplanan acıyı tarif etmeye imkan yoktu.
Yapmak. Tekrar derin bir nefes alarak dişlerini sıktı ve kesmeye
devam etti. Oluk oluk kan yatağın üstüne akarken aralarındaki
bağ kademe kademe kopuyordu. Dışarı çıkan bağırsakları
kesmemeye dikkat ederek büyük bir özenle eti kesti. İşi
bittiğinde neredeyse bayılmak üzereydi. Her taraf kandı. Ve her
taraftan gelmeye devam ediyordu. Canı çok yanıyordu ama duramazdı.
Kesmeye başladığı yerden eti iki eliyle birleştirip zımbalamaya
başladı. Hızlı olmalıydı. Gözünün etrafında beliren
karanlık giderek büyüyordu. Kendinden geçerse sağ kalmasının
imkanı yoktu. Kesiği eliyle bir araya getirip zımbaladıkça akan
kan azalıyordu. Yapmak. Şu an sona çok yakındı. Birazdan her şey
bitecek ve özgürlüğüne kavuşacaktı. En zoru kalça kemiğinin
üzerindeki kısmı birleştirmekti. Kemik zımba telinin girmesine
müsaade etmiyordu. Birkaç denemenin ardından onu da başardı. Kan
zımba tellerinin arsından azar azar akmaya devam ediyordu ama
eskisi gibi çok değildi. Her tarafı ıslanmış yatağa uzanıp
bayılmamak için mücadele etti. Şimdi sırası değildi. Bir iki
dakika sonra doğrulup sargı beziyle vücudunu sardı. İşi
bitmişti. Gerçekten başarmıştı. Dönüp kardeşine baktı.
Büyük bir huzurla uyuyordu. O an yaptığı şeyin ne kadar doğru
olduğunu bir kez daha anladı. Gözünü kaplayan karanlık
büyüyordu. Canı çok yanıyordu. Ancak bunlar önemsizdi. Kapıya
baktı. Oradan tek başına hiç çıkmamıştı. Ayağa kalkarken
yaşadığı mutluluğu tarif etmek imkansızdı. Bayılacağını
hissetti ama bu his onu ayakta tuttu. Her zaman yanında olan
bacaklar olmadan, iki ayağının üstünde kapıya doğru yürüdü.
Özgürdü. Hayatında ilk kez, gerçekten özgürdü. Kapıyı açıp
mutfağa doğru yöneldi. Susamıştı. Bir şeyler içmeliydi.
Vücuduna sardığı bez yaradan çıkan kanla kıpkırmızı
olmuştu. Koridorda yürürken yüzünde kocaman bir tebessüm
belirdi. Özgürdü. Yapmıştı. Başarmıştı. Mutfağın
kapısından geçerken “Feda ettim” diye fısıldadı. Ömrünün
en güzel yürüyüşünün sonunda yere yığıldı. Açılan
yaradan akan kan mutfağın soğuk zeminine yayılırken gülümsedi.
“Yaptım” dedi, “Sonunda yaptım”

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir