Kale

 

Koca kanatları ile bir kartal asılı gibi gökyüzünde durmakta.
Maviliği bozan tek şey. Epeydir onu izliyor. Daireler çiziyor,
kanatlarını hiç çırpmadan. Kış yeni bitti. Doğa uyanmakta.
Yeni yeni gelmeye başlayan kuş sürülerini görüyor birkaç
gündür. Kimsenin gelip, kimsenin gitmediği, kimsenin nerede
olduğunu bilmediği kalede. Eskiden birileri vardı burada. Öyle
hatırlıyor. Kim olduklarından emin değil. Burada yaşıyorlardı
ama orası kesin. Birer birer bırakıp gittiler kaleyi. En son
gidenleri hatırlıyor. Eski püskü arabayı çeken tek at. Zar zor
ayakta duruyor hayvan. Yoksa? Hayır son gidenler değildi. Başka
bir zamanın yolcularıydı onlar. Bazı şeyleri doğru düzgün
hatırlayamayacak kadar çok vakit geçti. Kimdi son gidenler?
Önemsiz, zaten gittiler. Kartal ufacık bir nokta artık. Nasıl
olup da o kadar yükselmeyi başarıyorlar anlamak imkansız. Onun
gibi uçmayı hayal ediyor. Buradan gitmeyi. Gitmek? Nereye? Burada
yapması gereken vazifesi var. Öyle olmalı. Hayal meyal komutanın
söylediklerini hatırlıyor. Yapması gerekenleri sıralıyor tane
tane. O yüzden geldi buraya. İnsanlar, askerler ve hayat vardı
geldiğinde. Gittiler. İyi de neden? Daha sonra düşünmeli. Atması
gereken bir devriye var. Surları gezmeli baştan başa. Dün
düşünecekti aslında. Dün olmalı. Neyse onu da sonra düşünür.
Şimdi vakti değil.

Zamanın kıyısında
duruyor. Burası hiçlikle aradaki son nokta. Arkasında duran
dağların eteğinde kale. Önünde boşluk. Oradan kimse gelmez. Ve
kimse oraya gitmez. Hayvanlar bile. Şuraya, dev çınarın altına
gömdükleri yaşlı adam şöyle demişti bir kez; “Yaşayan
hiçbir şey o düzlüğe gitmez”. Surları dolaşıyor her gün
yaptığı gibi. Askerler varken her köşede birine selam verirdi.
Tıpkı şimdi yaptığı gibi. Boşluğa selam veriyor. Sessizlik
alıyor selamını ve karşılık veriyor. Sessizce. Neden geride
kaldığını düşünüyor sabah devriyesinde. Ve neden gitmediğine
mutlu oluyor akşam devriyesinde. Sabah devriyesi ve yapılması
gereken belli. Düşünüyor. Taşların şekli değişiyor zamanla.
Aşınmış hepsi. Dikkati dağılıyor. Düşünmesi gereken şeyi
unutuyor ardından. Kendine sinirli şimdi. Yalnızlık her şeyi
karman çorman ediyor.

Devriyesi bitmek
üzere. Gidip bir şeyler yiyecek. Birkaç tavuğu var. Yumurta
veriyorlar sabahları. Yanında da güzel bir salata. Taze çıkan
otlardan toplar şöyle istediği gibi. Başladığı noktaya geri
döndü. Sabahki iş bitti. Merdivenlerden inmek üzereyken dönüp
arkasına bakma ihtiyacı duyuyor. Nedensiz. Ufukta belli belirsiz
bir toz bulutu. Rüzgar yok. Orada olmaması gerek böyle bir şeyin.
Gözlerini ovuşturuyor. Yanlış görüyor olmalı. Hayır, hâlâ
orada. Ve giderek büyüyor. Burcun kenarına gelip bakıyor. Oradan
kimse gelmez. Şimdiye kadar hiç gelmedi. Öyle söylemişlerdi.
Öyle biliyordu. O zaman… o zaman ne? Birileri ve bir şey oradan
gelmiyorsa neden gördüğü şey ortaya çıksın. Nefes bile
almıyor. Dakikalar geçiyor. Toz bulutu büyüyor. Önce belli
belirsiz. Atlılar. Kaç kişiler? Ne işleri var orada? Gözleri fal
taşı gibi açık. Zaman geçtikçe netleşiyor resim. Simsiyah
elbiseleri. Koşumları bahar güneşi altında parlıyor. Hiç böyle
hızlı koşan atlar görmedi. Hiç böyle korkutucu insanlar
gelmedi. Köpükler saçıyor atlar ağızlarından. Aradaki mesafe
kapanıyor. Sessizliği nal sesleri bozuyor. Tozlar savruluyor
arkalarından. Nefes alması lazım. Yaklaşıyorlar. Bir şey
yapmalı. İyi de ne? Taş kesilmiş gibi duruyor burcun kıyısında.

Dört kişi.
Surların karşısındalar artık. Duruyorlar. Tepeden tırnağa
simsiyah kıyafetleri. Toz yok üstlerinde. Sanki boşluktan at
sürerek gelmemişler gibi. Atlar ön ayakları ile yerleri kazıyor.
Koşmak istiyorlar, durmak için yaratılmamış bu hayvanlar. Bir
şey demesi gerekiyor. Yüzleri örtülü adamların ama ona
baktıklarını biliyor. Birileri olsa… iyi de yok işte.
Atlılardan biri ağır ağır öne doğru geliyor.

“Ben” diyor,
“Seni almaya geldim”

Korkudan kelimeleri
unutmuş olmalı ya da uzun zamandır kimseyi görmediği için
konuşmayı. Adamın söylediği kelimeler içinden geçiyor. Korku
tüm benliğini kaplıyor. Cevap veremiyor.

“Diğerleri
dağların arkasına gidecek. Ama ben seninle döneceğim. Hazırlan!”

İşte o an yapması
gerekeni anlıyor. Bir şey söylemesi gereksiz. Gitmek için aşağı
iniyor. Artık görevi sona erdi. Kapıdan çıkıp, konuşan adama
yaklaşıyor. Gerideki üç atlı arkalarına dönüp dört nala
gidiyorlar. Zırhlı eldivenle kaplı elini uzatıyor onu bekleyen.
Bir şey söylemiyor. Zaten bir şey söylemesi de gerekmiyor. Son
kez dönüp kaleye bakıyor. Artık gitme vakti. Eli tutuyor….

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir