Eylül Sabahı

Sabah
yeni aldığı kıyafetleri giydi. İşteki ilk günüydü. Aynanın
karşısına geçip çıkmadan önce son bir kez daha kendine baktı.
Çok güzel olmuştu. Omuzlarını dikleştirip gülümsedi.
Gecikmemek için erkenden çıktı. Bir şeyler yiyip öyle giderim
diye ummuştu ama hazırlanması tahmininden uzun sürmüştü.
Harika bir Eylül sabahıydı. Uzun topuklu ayakkabıları ile otobüs
durağına doğru ilerlerken aniden durdu. Neden taksiyle gitmiyordu
ki? Kendine doğru ağır ağır gelen taksiyi görünce sevindi.
Günün iyi geçeceğine dair bir işaretti bu. İki esnaf birbirine
bağıra çağıra bir şeyler anlatıyordu karşı kaldırımda.
Birkaç kişi otobüs durağına doğru koşturdu. Taksiyi durdurmak
için elini kaldırdı. Şoförün hiç acelesi yoktu. Önünde
boşluk olmasına rağmen yavaşça ilerleyip önünde durdu. Arka
koltuğa oturup adresi söyledi aceleyle. Şoför tam olarak
anlayamadığı bir şeyler söyledi. Aksanlı konuşanlardan nefret
ediyordu. Tek seçebildiği, tamam abla kısmıydı. Muhtemelen
babası yaşında adamdı. Abla… üzerinde durmamaya çalıştı.
Sabah sabah bir geri zekalıyla uğraşacak hali yoktu.
İş
yerinin önüne kadar sessizce oturup telefonuyla uğraştı. Birkaç
arkadaşı mesaj yazıp neler yaptığını sormuştu. Onlara neşeli
bir şeyler yazdı. İçi içine sığmıyordu. Yapacağı bir sürü
şey vardı. Önünde yepyeni bir sayfa açılmıştı. Denizden
yüzeye çıkıp derin bir nefes almıştı sanki. Ahmet nasıl
göründüğünü merak etmişti. Işığa dikkat ederek birkaç poz
çekti. Büyük ihtimalle ilişkiye doğru gidiyordu aralarındaki
şey. Taksi durunca hızlıca parayı uzatıp indi. Yedi sekiz katlı
binaydı iş yeri. Şehrin kalabalık caddelerinden birinin
üzerindeydi. Derin bir nefes aldı. Ve başlıyordu. Kapıdaki
görevliye kibarca tebessüm ederek “Günaydın” dedi. Önce
müdürün yanına gitti. Orada bölüm şefi ile tanıştırıldı.
İkisi beraber çalışacağı servise gittiler. Bölümündekilerle
tanıştı tek tek. Yüzündeki tebessüm hiç eksik olmadı. Beraber
çalışacağı insanlar. Hayatında bir ilk. Sonra masasını
gösterdiler. Tertemiz, onun için hazırlanmış. Neşe içinde
sandalyesine oturdu.
Ondan
önce aynı masada Aysel Hanım oturmuştu. Emekli olmadan önceki
son on yılı geçmişti o masada. Eşini kaybetmiş, oğlunu
evlendirmiş, yeni aldığı evin taksitlerini ödemişti. Çok çay
içer, çok konuşurdu. Ne çok sevilir ne de nefret edilirdi. Emekli
olduğu gün çok ağlamıştı. Fakat ondan sonra hiç uğramamıştı.
Aysel Hanımdan önce Vehbi Bey tam yirmi beş yıl oturmuştu aynı
yerde. Büro malzemeleri farklıydı o zamanlar. Fakirlik zamanları
diyelim. Daha ucuz ama iş görür şeyler vardı. Dört çocuğunu
okutmuştu Vehbi Bey o sürede. İkisi doktor, biri mühendis olmuştu
çocukların. Küçük kızı kaymakamlık sınavlarını kazanıp
doğuda küçük bir yere atanmıştı. İlk görev yeri. Kimse
hatırlamıyordu şimdi Vehbi Beyi. Servisteki herkes değişmişti.
Geçen yıl ölmüştü Vehbi Bey kızının evinde. Orta
Anadolu’daki bir başka küçük kasabada.
Telefon
açıp çay istedi. Sonra vazgeçip tekrar aradı. Kahve daha iyi
olacaktı. Hayırlı olsun ziyaretleri başladı diğer servislerden.
Neler yapacağını öğrenmek için can atıyordu. “Hele bugün
geçsin de anlatırım merak etme” demişti şefi. Yapacağı,
değiştireceği bir sürü şey vardı. Farkı konuşarak değil,
çalışması ile gösterecekti. Güzel görünüyordu, bundan
emindi. Gelenlerin yüz ifadelerinden anlıyordu. Bugün hayatındaki
değişim günüydü. Koca bir çiçek geldi sonra. Ahmet yollamıştı.
Çok mutluydu. Birkaç masa ötesindeki pencereden dışarı baktı.
Uzaklarda iki martı süzülüyordu. Gelişini kutluyorlardı. Güzel
bir eylül günüydü. Yepyeni ve farklı bir eylül günü.
Masasının üstüne bir şeyler alması gerekiyordu. Böyle bomboş
durması tuhaf olacaktı. Karşı masada okuma gözlükleri burnunun
ucuna düşmüş, bembeyaz saçlı bir çalışanın ona bakıp
güldüğünü fark etti. Komik olanın ne olduğunu anlamamıştı
ama aldırmadı. Yaşlı bunak kim bilir neye gülüyordu…

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir