Cehennemin Kapısı (3. Bölüm)

Her şey dün olmuştu sanki. Üstünden bir yıl geçmiş olması
bir şeyi değiştirmiyordu. Daha dündü. Kızını öldürmüştü
o adam. Bunu biliyordu, iliklerinde hissediyordu. Yanlış toplanan
deliller, iyi avukatlar, para ile ikna edilen insanlar. Biliyor
olmanız yetmiyordu. İspat etmeniz lazımdı. Adalet dedikleri şey
bunun üstüne kuruluydu. Mahkeme salonundan çıkarken sabırlı
olmasını tavsiye etmişti insanlar. Yapacak bir şey yoktu. Nasıl
olmazdı? Nasıl böyle bir şey söyleyebilirlerdi? Umutsuzluk
içinde meyhanede içerken yaklaşmıştı yanına. “Davayı
televizyonda izledim. Ve adalet aradığınızdan eminim” demişti
sakin sesle. Aşağı yukarı benzer şeyleri yaşamış biri. Yaşlı,
son derece kültürlü ve fazlasıyla ciddi. Kısaca anlatmıştı.
Şöyle bitirmişti, “Bundan fazlasını anlatırsam hayatım
tehlikeye girer. Size tek tavsiyem şu numarayı aramanız”. Sonra
üzerinde isimsiz telefon numarası olan kağıdı uzatmıştı. Her
şey böyle başlamıştı.

O günden sonraki
süreç uzundu doğrusu. Kim karşısına böyle insanlar çıktığında
hemen inanırdı ki? Siz inanır mıydınız? Fakat gerçektiler ve
ciddiydiler. Nihayetinde parayı vermiş ve tek bir şey rica
etmişti. Ceza çekeni görecekti. O aşağılık adamın gözlerinin
içinde bakacaktı. Cezanın ne demek olduğunu bile bilmiyordu ve şu
an dileğine kavuşmak üzereydi.

“Hayır” dedi
kendinden emin ses tonuyla. “Dönmek istemiyorum ve eminim”

Geriye doğru
taradığı kırlaşmış saçları ve iri elmacık kemikleri ile
filmlerdeki vampirleri andıran ev sahibi eliyle hizmetliye işaret
etti. Hafif bir selam ve ardından kapıya doğru yürüdü emiri
alan adam. Her iki kanadın üstünde sallanan büyük halkalardan
birini kavradı. Kaldırıp dört kez kapıya vurdu. Aynı
fasılalarla. Boş salon kapıdan çıkan sesle inledi. Bir yerlerden
rüzgar esiyor gibi hissetti. Dört darbenin ardından, hizmetli
hepsini vurduğu süre kadar bekledi. Beşinci darbeyi ekledi. Hiçbir
şey olmadı önce. Sonra kapı gıcırdadı. Ağır ağır, bin
yıldır açılmamış gibi. Çığlık sesi geldi kapının
ardından. Kan kokusu. Hiç almamıştı böyle bir kokuyu ama kandan
geldiğini biliyordu. Kapı gıcırdadı. Menteşelerinden tozlar
döküldü. Pervazları iten adamları fark etti neden sonra,
içeriden sızan alev kızıllığının arasında. Bilekleri ile
kapıya zincirlenmiş. Kafalarında demir maskeler, çırılçıplak.
Kan kokusu, rüzgar. Köpeğin hırıltısını duydu yanı başında.
Şimdiye kadar hep sessiz olan. Adamlar kapıyı itti, nereden
geldiği belli olmayan rüzgar esti, köpek ona bakıp hırladı.
Artık geriye dönemezdi. Kapı ardına kadar açıldı. Salonu alev
kızıllığı kapladı. O ana kadar kıpırdamadan kapıya bakan ev
sahibi dönüp gözlerinin içine baktı. Korkması hoşuna gitmiş
gibiydi.

“Buyurun ve
göreceklerinize hazır olun”

Bir insan hangi acı
altında o sesi çıkarabilirdi hiçbir fikri yoktu ama sessizliği
yeniden çığlık sesi doldurdu. Bir şey demeden kapıya doğru
ilerledi. Göreceklerine hazır olamayacağını anlayalı çok
olmuştu. Kapıya zincirli, demir maskeli adamların yanından
geçerken biriyle göz göze geldi. Baktığı gözler bir insana ait
olamazdı ama öyleydi. Taşla döşeli yolun başında durdular.
Burası devasaydı. Bir kadın çığlığı duyuldu. Ardından bir
şeyin kesilme sesi. Dikkatini toplamaya çalıştı. İstediği
şeye, nefretine odaklandı. O adamı acılar içinde görecekti. Her
şey kızı içindi.

Buranın tam olarak
büyüklüğünü kestirmek imnkansızdı. Başında durdukları yol;
her iki tarafında yanan ateşlerle ilerleyip, kemerlerle
desteklenmiş alana açılıyordu. Kemerleri tutan sütunların dört
yanında yanan ateşler aydınlatıyordu etrafı. Onlar ilerlerken
kapı gıcırdadı arkalarından kapanmak için. Dörder adam ittiler
iki pervazlı kapıyı. Yeniden çığlık sesi. Sütunların
arkasından iri yarı bir adam geçti. Kafasında deri maske,
saçlarından tuttuğu adamı yerde sürükleyerek. İşte kapının
arkası.

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir