Dağ, Orman ve Çöl

Bir restoran. Pahalı,
öyle herkesin gideceği türden değil. İçeride bembeyaz masa
örtüleri ile kaplı masaların ardından deniz görülüyor.
Demirlemiş tekneler, durgun denizin üstünde sallanıyor. Güneşin
kızıllığı denizin mavisi üstünde yayılıyor. Çok fazla
müşteri yok restoranda. Pahalı yerlerin o bildik sessizliği var
içeride. Arada bir kalabalık gruptan kahkaha sesleri geliyor. İş
toplantısındalar muhtemelen. Belki de arkadaş buluşmasıdır, kim
bilir. Yerden başlayan pencerelerin önündeki masada üç kişi
var. Kahramanlarımız onlar. Baba, anne ve çocukları. Yirmi yıllık
evliliklerinin tek mahsulü. Burası hatırlı müşteriler için
ayrılan kısım. Pahalı bir yer işletiyorsanız, zengin ve devamlı
müşterileri seversiniz. Garson biraz önce siparişlerini aldı.
Artık komiler arada bir masanın etrafında dönüp eksik olan bir
şeyler var mı diye bakınıyor.

Masanın en genci. Yani
tek evladın elinde telefon var. Buraya geldiğinden beri biriyle
mesajlaşıp duruyor. Arada bir yüzünde beliren müstehzi gülüş,
ince dudaklarında belli belirsiz görünüp kayboluyor. Yirmili
yaşların ortasında. Üniversitede hala. Okumak için öyle aman
aman bir hevesi olmadı hiç. Ancak üniversiteye gitmeden de
durmadı. Bir sürü eğlence ve kadın vardı. Okula başladığından
beri de bunlardan başka bir şey yapmadı. İkinci sınıfta, kim
bilir kaç senedir. Evden de soran yok doğrusu. Arada bir bahsi
geçer. Nadiren bir araya geldikleri günlerde babası sorar.
Öğrenmek için değil daha çok sohbet olsun diye. Yine bir mesaj
geldi. Bir kadın konuştuğu. Okula yeni başlayanlardan. Zor kız
demişti arkadaşları, zor ayarlarsın. Öyle olmadı ama. Pahalı
arabası, kıyafetleri ve aşkıyla onu elde etti. Daha doğrusu kız
onu aşık zannediyor. Bu gece buluşacaklar. Az önce onu ne kadar
istediğini yazdı kıza. Cevap tahmin ettiği gibi. “Orospu”
diye fısıldadı. Öyle olmadığını biliyor ya aslında, önemsiz.
Yatılacak bir beden daha onun için, hepsi o. Yine o müstehzi
gülüş. “Hak ettiğini alacaksın kızım”

Annesi, bugün sarıya
boyadı saçlarını. Ne kocası, ne de oğlu fark etmedi. Onların
fark etmesini de beklemedi. Alıştı artık böyle şeylere. Zaten
onlar fark etsin diye de boyatmadı işin doğrusu. Son bir aydır
bir sevgilisi var. Kırklı yaşlarının sonlarında artık. Çok
güzeldi eskiden. Bir çok erkeğin hayal edebileceğinin bile
ötesinde hem de. Yaşlanmış hissediyordu kendini, ta ki şu yeni
adamla karşılaşana kadar. Bu gece buluşacaklar yine. Aşık
olduğunu hissediyor onlarca yılın ardından. Kocasına aşıktı
bir zamanlar. Çok eğlenirlerdi beraber. O zamanlar ne işleri bu
kadar yoğun, ne de bu kadar ciddiydi. Zaman içinde bir şeyler oldu
sonra, uzaklaştılar. Şimdi başkasına aşık ama bir şey var,
içindeki pişmanlık hissini atamıyor. Öyle pis bir şey ki bu her
an aklınızın bir köşesinde duruyor. Delice şeyler geliyor
aklına bazen. Boşanmak, sevgilisiyle beraber yeni bir hayata
başlamak. Kolay değil ama. Bu zenginliği ve rahatı bırakmak
kolay değil. Sonra kocası? Onu da seviyor hala. Yani galiba. Keşke
biraz ilgi gösterseydi. Keşke biraz… böyle olmasaydı yeterdi
aslında. Bu kadar soğuk ve uzak. Sevgilisi geliyor aklına aniden.
İçinde bir kıpırtı. Ama o burada, yanındayken? “Burada
düşünme bari onu, ayıp”

Masadaki sessizlik işine
geliyor şu an. Bir şey konuşacak mecali yok. Sabah kalkarken
içindeki huzursuzluğun boşuna olmadığını biliyordu zaten.
Tahliller. O lanet olası şeylerin pozitif çıkacağını
hissetmişti. Bir doktorun ağzından, fazla vaktiniz kalmadığını
duymak çok tuhaf. Tedavi olmak için gittiğin adam sana öleceğini
söylüyor. Kime gidebilirsin ki artık? Tek başınasın işte.
Bundan sonra kimsenin yapacağı bir şey yok. Ne tuhaf. Oğlunun
yüzündeki şu iğrenç gülüş sinirlerini bozuyor ama bir şey
demek yersiz. Sadece istediği cevapları verip konuyu değiştirecek.
Onlara söylemeli mi? Lanet olsun ki, evet. Şu adamların
kahkahaları da bir yandan. Öyle tuhaf bir şey ki bu, her şey
sinirinizi bozup üstünüze geliyor ama sizin bir şey yapmaya
mecaliniz yok. Karısına eve gittiğinde söylemeli. Bunu bilmeye
hakkı var. Üzülür mü acaba? Eskiden olsa belki, ama şu an o
kadar da emin değil. Şu teknelerden birine atlayıp her şeyden
uzaklaşabilse. Hepsi değersiz. Her şey değersiz. Bunu
anlayabildiğin noktada ise ölüyorsun. Yani… artık çok geç. Şu
yemeği bitirip kalkmak tek istediği. Kimsenin görmediği bir yerde
ağlamak istiyor. Bir şey boğazına düğümleniyor yine. Burası
yeri değil. Hiç kimsenin önünde ağlamadı bugüne kadar. Ve
ağlamayacak. “Ölüyorsun artık salak”

Üç beş masa var
içeride. Şişman bir adam sevgilisiyle oturuyor. Kadın, böyle bir
adamın karısı olmak için çok güzel ve çok genç. Güneş
batıyor artık. Kızıllık yerini griye bırakmak üzere. Beyaz
örtülü masaların arasından komiler ve garson geliyor.
Bizimkilerin siparişleri. Kalabalık grup iyiden iyiye sarhoş.

Bir gün daha bitiyor…

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir