Otuz Yıl, On Bir Ay, Yirmi Dokuz Gün

Otuz
yıl, on bir ay, yirmi dokuz gündür içerideydi. Cinayetten
girmişti. Gençti o zamanlar. Yeni filizlenen bir ağaç kadar.
Baharda açan çiçekler kadar. İstememişti birini öldürmeyi.
Kimseyi incitecek biri değildi. En azından o zamanlar değildi.
İhanet insanın fikrini değiştiriyordu. Başından belası eksik
olmayan bir ailenin en küçüğüydü. Kimse ona nerede doğmak
istediğini sormamıştı. Ne isteyip istemediğinin bir önemi
yoktu. Doğarken yollarlardı sizi bir yerlere. Sonra nasıl ayakta
kalacağınızı siz bulurdunuz. Herkes için değildi bu. Bazıları
öyle doğardı. Ayakta kalmak için, mücadele etmek için. Etmişti
o da. Elinden geldiği kadar. Edebildiği kadar mücadele etmişti.
Tehdit ediliyorlardı. Ağabeyi bilmem kimin, bilmem neyine bir
şeyler yapmıştı. Hatasızdı. Sinirli biriydi ama bu olayda
hatasızdı. Saklanıyordu. Yardım ediyordu ağabeyine o da. Ne
yapacaktı ki? Kendi kanından olan birine bile yardım etmeyen neye
yarardı ki? Hem ailesinden geriye kalan tek kişi. Saklanıyordu
ağabeyi. Peşindeki adamlar kalabalıktı, acımasızdı ve
öfkeliydi. Kimseyi öldürmemişti ağabeyi. Ama karşılığı ölüm
olacaktı yaptığının. Öyle bir hayat vardı o zaman çevresinde
dönen. Yeni evlenmişti o zamanlar. Bir yılını bile
doldurmamıştı. Bir yandan evine gidiyor, arada bir de ağabeyine
yiyecek götürüyordu. Kimseye söylememişti evi. Korkuyordu.
Başına bir şey geleceğinden değil, ağabeyine bir şey olur
diye. Doğduğu yerde korku yoktu. Kendin için korkamazdın. Vaktin
olmazdı. Kime ne olacağını düşünmekten kendini unuturdun.
Kimseye dememişti o yüzden ağabeyinin saklandığı yeri. Gül
kokulu yeni karısına bile hem de.
Otuz
yıl, on bir ay, yirmi dokuz gün olmuştu. Duvarlar insanı yerdi.
Azıcık bıraksaydın kendini, geriye bir şey kalmazdı. Bir et
yığını olarak çıkardın buradan. Çıkabilirsen tabi. Kıştı
o zamanlar. Hem ne soğuk, ne yaman bir kış. Dizine kadar karın
üstü ayaz. İçine işlerdi soğuk. Kemiklerinin arasından geçip
iliğine işlerdi. Unutmuştu uzun yıllardır soğuğu. Sürgün
yemişti, hem kaç kez. Belalı bir ailede doğmuştu. Bela başından
eksik olmazdı öylelerinin. Ne içeride, ne de dışarıda. Yokuştu
ağabeyinin saklandığı evin yolu. Dik, insanı nefessiz bırakan.
Ağır adımları altında donmuş buzlar çatırdarken bir tipi
almıştı karşıdan. Nasıl soğuk, nefes alırken ciğeri donduran
cinsten. Rüzgarın yüzüne vurduğu karlar arasından belli
belirsiz bir ses. Tanımayan için yabancı belki. Ama onun için
bildik. Luger’in sesi. Altı patlar olsa farklıdır. Luger
yankılıdır. Yukarıda evden gelmişti ses. Bir el, peşine bir el
daha. Ağabeyinde Luger yok. Olsa bilir. Altı patlar var yanında
Cihan Harbi’nden kalma. Ses yok ama ondan. Koşmuştu gücü
yettiğince. Önünde tipi ve karlar, ayağının altında buzlar.
Düştü birkaç kez, ağzına kar girdi. Evden dışarı çıkıp
koşan adamları o zaman gördü. Daha gitmeden eve, anlamıştı
olanları. Ağabeyi kan revan kapının önünde. Ağlamadı.
Ağlamayı bilmezdi. Öyle adamlara ağlama öğretilmezdi. Yüzündeki
kanları temizleyip ağabeyinin alnından öptü. Sonra gidip
emektarı buldu. Beline takıp evden çıktı. İki görmüştü,
dört vurdu. Sonrası malum zaten. Dört duvar.
Ne
öğrenebildi kimin ağabeyini sattığını, ne de birine sordu.
Kime soracaktı, gardiyanlara mı? Karısı gelmişti birkaç kez.
Daha sürgün yemeden önce. Uzun yıllar önce.
“Gelme”
demişti sonra karısına, “Benim çıkarım yok buradan. Ya ben
birini vururum, ya düşmanlarım beni vurur. Boşarım seni
güzellikle gidersin. Bir tek mektup yazarsın. Dışarıda birinin
olduğunu bileyim. Tek ricam budur senden”
Ağlamıştı
karısı, çok hem. Yumuşamamıştı. Selamet dileyip hücresine
dönmüştü. Bir kez daha gelmişti karısı. Tek bir kez. Düşünecek
çok zamanı olur insanın içeride. Düşünmüştü bunu. Tek bir
kez. Azdı be! Sevdiğine gelip onu görmek için uğraşmaz mıydı
insan? Uğraşırdı da… işte. Sonra boşamıştı karısını.
Müdüre çıkıp avukat istemişti. Bulmuşlardı birini. Sürgünden
önceydi bunlar. Çok eskidendi yani. Ricasını kırmamıştı ama
gelmese de. Mektup yazmıştı. Okuyup cevap yazmıştı o da.
Mahpusta vakit çoktu ama yazacak bir şey bulmak zordu.
Otuz
yıl, on bir ay, yirmi dokuz gün olmuştu. İçerideyken vakit çok.
Düşünür insan. Bir iki arkadaşı da gelmişti arada. Üç kişi
hepi topu. Mektuplar ve arasında yıllar geçen cümleler. Üst üste
koymak zordu. Başkası olsa, hani normal dışarıdaki bir adam.
Öyle bildiğin alelade bir adam. Fark etmezdi belki. Ama onun vakti
boldu. Ve hücresinde geceler boyu yanında bir kaç mektup ve
beyninde yankılanan cümle olmuştu. İçeride ne sağlam tutar seni
asıl bilir misin? İntikam. Mektuplar ve üç adam.

Otuz
yıl, on bir ay, yirmi dokuz gün olmuştu. Yarın sondu…

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir