Evrim II (Online roman serisi)

Havalar
soğumaya başlamıştı. Uzun zaman geçmişti üzerinden olanların.
Pişmandı, en azından fazla yemek yemiş biri kadar ya da gece az
uyuyup sabah işe giden bir işçi kadar. Sinirlerine hakim olsa bu
kadar zorlukla baş etmesi gerekmeyecekti. Olamamıştı ama. Aslında
yeterince hakim olmuştu kendine. Yeterince beklemişti o gün için.
Hiçbir şeye hakim olması gerekmiyordu artık. Başkaları
kendilerine hakim olmalıydı. Yeni kestiği ağacı ezerek
parçaladı. Baltası vardı içeride bir yerlerde ama gidip almaya
üşenmişti. İlerideki köylerden birinin bahçesinden almıştı
baltayı. Tıpkı şu an kullandığı bir çok eşyayı aldığı
gibi. Kütüğün uzunca kalmış son kısmını da eğip kırdıktan
sonra yerdeki odunları alıp mağaraya yöneldi. Yeni evi burasıydı.
Her şey olup bittikten sonra uzunca bir müddet oradan oraya kaçıp
saklanmıştı. Kanunun peşinde olduğunu biliyordu. Birini
öldürmenin her zaman haksız olmadığını anlatamazdınız
onlara. O kadarına kafaları çalışmazdı. Kaçmıştı o da. Önce
şehirde saklanmıştı. Çatılardan çatılara, evlerden evlere
kaçmıştı. İstediği her yere, istediği her şekilde girebilirdi
ama kimseye görünmeden ve zarar vermeden yapmıştı bunları.
Ortalıkta dolaşıp, sadece zevki için insanlara zarar veren bir
manyak değildi ki. Neden sonra bir akşam üstü yüksek bir binanın
tepesinden aşağıda dolaşan insanlara bakarken dağlara gitmek
aklına gelmişti. Tıpkı eskiden yaşayan eşkıyalar gibi. Ve
sonra uzaklaşmaya başlamıştı şehirden. Kasabalar, köyler
geçmişti. Diğerlerinin araçlarla günler boyu alabildiği
mesafeleri geçti saatler içinde. Sonunda herkesten uzak, ağaçlarla
örtülü bu ormanın içindeki dağı buldu. Eşkıyanın yuvası.
Çok sevmişti o filmi. Eşkıya… Yeni adı buydu artık. Evden
çıktığı o gün doğduğu gündü. Ondan önce tıpkı doğumunu
bekleyen çocuk gibi beklemişti. Hapsedilmiş bir çocuk. Onlar ne
derlerse desinler yeniden doğmuştu ve adı Eşkıya’ydı.

Elindeki
odunları düşünmemeye dikkat ederek yere uzanıp sürünmeye
başladı. Mağaranın girişi neredeyse görünmezdi. Bir insanın
ancak geçebileceği kadar daracık bir girişi vardı. Bir metrelik tünelin ardından genişçe bir boşluğa açılıyordu geçit.
Tek odalı evinin salonu, mutfağı ve yatak odası burasıydı.
Kimse gelmiyordu buralara. Beş altı kilometre ileride bir köy
vardı ama bu taraf kayalık olduğundan çobanlar bile uğramıyordu.
Arada bir doğayı keşfetme meraklısı yabancı geziniyordu etrafta
ama önemsizdiler. Elindeki odunları duvarın dibine yerleştirip
ateşin başına geçti. Kızıllık gözlerini alırken, duvarda
gölgeler dans etti. Gözü dün avladığı geyiğe kaydı. Yerinden
kalkıp hayvanın arka bacağını gövdesinden ayırdı. Gece için
bir şeyler pişirse fena olmayacaktı. Kopardığı bacağı ateşin
üstüne yerleştirip yeniden alevleri izlemeye başladı. Her şeyi
tek başına öğrenmişti. Yemek yapmayı, temizliği, avlanmayı,
karnını doyurmayı, kısaca her şeyi. Şimdiye kadar hiç ihtiyacı
olmamıştı ki tüm bunlara.

Bakışları
dans eden alevlerdeyken ne yapacağını düşündü. Son birkaç
haftadır aklındaydı bu soru: Ne yapacaktı? Önceleri; yani
saklanırken, vakti olmamıştı böyle şeyler düşünmeye.
Birilerinden kaçmaya başladığınızda aklınızda olan tek şey
peşinizdekilerdir. Başka hiçbir şey düşünemez, hiçbir şeyle
ilgilenemezsiniz. Kaçması bitip evini bulduğunda ise yerleşmekle
ilgilenmişti bir süre. Eşyaları toplamak, içeri nasıl
sokacağını bulmak, onları yerleştirmek epey bir işti. Ama
bitmişti her şey ve kaçmayı bırakmıştı. Onu bulamayacaklardı.
Ancak böyle devam edemezdi. Hayatının sonuna kadar burada
saklanamazdı. Ateşin üstündeki budu çevirdi. Eriyen yağlar
ateşe damlıyor, alevler her damlayan yağla yükseliyordu. Bir
şeyler yapmalıydı. Bakışları mağaranın tavanına yöneldi.
Gölgeler oyunlar oynuyordu. Onlara bakarken daha önce yaktığı
ateşlerin tavanda bıraktığı izi fark etti. Simsiyah, kocaman bir
lekeydi bu. Eşkıyalar iz bırakırdı. Ancak böyle değil, basit
bir mağaranın tavanındaki siyah bir leke değil. Onlar adalet
dağıtırdı. Güçlüden alıp zayıfa, haksızdan alıp haklıya,
hırsızdan alıp sahibe verirlerdi. Peşinde olanlar gibi
yazılanların değil, gerçek kuralların takipçisi olmuştu
eşkıyalar. İnsanların kalbindeki kuralların. Pişmiş eti ateşin
üzerinden alıp masaya doğru gitti. Geçen hafta şehirdeki bir
dükkandan çaldığı yemek takımından bir tabak beğenip eti ona
yerleştirdi. Her şeyden önce karnını doyurmalıydı. Yemeğini
yerken filmi düşündü. Eşkıya’yı…

Yarın
insanlara yardım etmeye başlayacaktı. Sadece hak edenlere
yapacaktı bunu, sadece onlara. Diğerleri ise ona karşı
olduklarında dehşetle karşılaşacaklardı. Önce doğduğu eve
gitmeliydi ama. Her şeyin başladığı eve. Görmesi gereken biri
vardı. Yıllarca onu görebilmek için odasının penceresinde
saatlerce beklediği biri. Sadece bakacaktı. Uzaktan, kısa bir süre
de olsa bakacaktı. Özlemişti… Özlem’i özlemişti. Yakalanacak
olsa bile bunu yapacaktı. Ölüm onu yakalasa bile kısacık da olsa
Özlem’e bakacaktı.

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir