Eski Köşk

Bir zamanlar şehrin ve ülkenin
ileri gelenlerinin davet edilmek için yarıştığı köşk. Koca
bahçesi ve nefis manzarasıyla duruyor asırlık yerinde. Dünyanın
geçici bir yer olmadığını gösterme çabasında sanki. Heyhat!
Zamanın izleri üzerinde. Her yıl bir yara bırakmış. Yorgun
köşkün bahçesindeki yorgun taşlarda yürüdü Aslı. Burada
koştuğu ve eğlendiği günleri hatırladı. Rüzgar eserken kimse
kayada iz bırakabileceğini düşünmez. Latiftir o, sert olana
işlemez. Ve lakin rüzgar eskitir kayaları, ağır ağır yok eder
hepsini. Fark etmezsiniz, ta ki izleri görene kadar. Çocukluğunda
başlamıştı esmeye rüzgar. Daha küçücüktü o zaman, nasıl
anlayacaktı ki. Kimse fark etmemişti ama babası bile. Sonradan
anladı öyle olduğunu. İşler bozuldu önce. Gelip gidenler azaldı
sonra. Annesi dayanamadı ilk icra geldiğinde. Validesinden kalan
aile yadigarlarını bir kağıda not alıp götürdükleri gece
ayrıldı aralarından. Babası çok savaştı. Gerçekten! Bir insan
ne kadar savaşabilirse o kadar savaştı. Rüzgar durmadı ama. Kaya
direnmeye çalışsa da beceremedi. Geride bu köşk kalana kadar
yıkıldı her şey üst üste. Tam olarak onlara ait değil artık.
Aslında kimseye ait değil. Onlarca dava ve karşı dava arasında
belirsizliğe ait. Aldırmıyordu ama artık. Başlarını sokacak
bir yer vardı en azından.
Bir sürü işe girip çıkmıştı
son birkaç yıl. Birilerinin yanında çalışmaya, emir almaya
alışık değildi ama ne yapabilirdi ki başka. Yaşamak
zorundaydılar. Babası felç geçirmeden önce ihtiyacı olmamıştı
buna. İkisine yetecek kadar para kazanmayı başarmıştı her
durumda. Fakat o karanlık gecelerin birinde gelmişti hain hastalık.
Babası var mıydı, yok muydu belli değildi artık. Nadiren;
insanın en beklemediği anlarda aklı yerine geliyor, birkaç kelime
söyleyip gidiyordu yeniden. Bomboş bakışlarla tavana bakıyordu
sonra. Şikayet etmiyordu, etmemişti ve belki de etmeyecekti. Bir
sigara alıp yaktı ucuz paketinden. Kış yaklaşıyordu. Rüzgar
esip gitti üzerinden. Hırkasının önünü kapattı ürperirken.
Bir ay, belki de daha az
ömrünüz kaldı” demişti doktor.
Basit bir öksürüktü oysa.
Sıradan, basit bir öksürük. Rüzgar durmuyordu. Geride hiçbir
şey bırakmayana kadar durmayacaktı da. Ayakları altındaki
sararmış yapraklara baktı. Hiç yeşil olmuş muydu?
Hatırlayabilse o anıya tutunacaktı. Saklamaya çalıştı
babasından. Olur ya, fark eder diye. Telefonlar, huzursuzluk ve
belki de sessizce ağlamaktan mıydı, bilmiyordu. Nasıl anladığını
çözemiyordu. Geriye döndüğünde basit sorular sorardı.
Geçmişten birilerinden ya da işlerden. Nadiren, daha önce
söylediği şeylerden birine cevap. Erimiş ve neredeyse kemikleri
kalmış elleriyle kolunu tutmuştu babası bir gece. Yatacaktı
birazdan. Mecbur olduğu işe gitmek için. Yaşayabileceğini ummak
için. İyi bir şeylerin olmasını hayal etmek için yatağına
uzanacaktı. Mavi gözlerini üstüne dikmişti babası yattığı
yerden. Kolu acımıştı, babası tutarken.
Gittiğinde beni geride
bırakma”demişti, “Lütfen beni kimselere bırakma. Bu evden
çıkamam”
Baba ve kızın arasındaki bir
şeydi bu. Kelimelerin nereye gittiğini bilmezdi belki bir yabancı.
Babasını tanımayan biri anlayamazdı. Sönen sigarasını yere
atıp ayağıyla ezdi.
Bir ay ve belki daha az”
diye mırıldandı.
İmparatorluğun görkemli
günlerini hatırlamaya çalıştı. Bir şey yapmış olmalıydılar.
Kötü ve aşağılık bir şey. Tüm bunların olmasına yol açacak
bir şey. Onlarca insanın yüzündeki gülümseme geçti
gözlerinden. Babasının yanında yer alabilmek için belli etmemeye
çalışıp birbirini iten insanlar. Çoğu yaşıyorlardı bir
yerlerde. Suratlarına kapanan kapılardan biliyordu bunu. Hiç
birine kızgın değildi işin tuhafı. Onlar yapmaları gerekeni
yapmışlardı. Yanlış anlayan kendileriydi. Rüzgar yeniden esmeye
başladığında bir tebessüm geçti belli belirsiz dudağının
kıyısından. Vakit gelmişti. Burada savaşmaktan yorulmuştu ve
kimseyi geride bırakmayacaktı. Gittiği yerde anlatacaktı derdini.
Varsa eğer öyle bir yer, orada savaşacaktı artık. İçeride iki
bardak bekliyordu masanın üzerinde. İmparatorluğun sonunda
ulaşılan iki kadeh. Babası ile beraber gideceklerdi buradan.
Yumruğunu sıkıp, “Alacağınız
bir şey kalmadı artık” diye bağırmak istedi.
Geride kalanlardan biri
duyacakmış gibi. Arkasında, zamanın izleriyle bezenmiş yaşlı
köşk onu seyretti. Rüzgarda dağılan saçlarını lastik tokayla
toplayıp derin bir nefes aldı. Artık gitme vaktiydi. Ağır
adımlarla eskiyen taşlar üzerinden köşke doğru yürüdü.
Rüzgar sararan yaprakları oradan oraya savurdu. Bir karga sürüsü
bakımsızlıktan birbirine girmiş ağaçların üstüne doluştu.
Yarım saat sonra yıllar önce esmeye başlayan rüzgar, sonunda toz
haline getirdiği kayanın son iki zerresini de önüne katıp
savurdu.

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir