Atlılar

Toprak
sıcaktan çatlamış. Gözün alabildiğine çorak düzlükte birkaç
kuru çalı. Arada bir esen rüzgar toprakları savuruyor boşluğa.
Sıcak her şeyi yakıp ağırlaştırıyor. Aylardır tek damla
yağmur düşmedi buraya. Daha baharın başlarında fısıldadı
yaşlı adam “Bu yaz kurak geçecek” diye. Sessizlik cevap
vermedi ona. Köpeği yattığı yerden kafasını kaldırıp baktı
sadece. Sonra derin düşüncelerine geri döndü önündeki ovaya
bakarak. Tek katlı ahşap ev. Bir salon ve küçük bir mutfak.
Tuvalet birkaç adım ötede. Yaşlı adam burayı yapalı yıllar
oldu. Elleriyle çaktı tüm çivileri. Uzaktaki kasabadan
malzemeleri tek başına taşıdı buraya. Bir köpek ve o…
Haftalar boyunca tek bir insan görmediği zamanlar oldu. Geceleri
uyumadan önce her seferinde yatağına oturup düşündü. Geçmişte
yaptığı ve yapmadığı her şey için kendine kızdı. Sonra
uzanıp pişmanlıklarını unutmaya çalıştı. Her gece gözlerini
kapatmadan, istisnasız. Hikayesini hiç kimseye anlatmadı.
Konuşmayı ve insanları sevmezdi. Nereden geldiğini kimse sormadı,
o da söylemedi. Yılda bir, belki iki kez kasabaya gitti. Elinin
emeğiyle yapamadığı şeyleri almak için. Birkaç kelime söyledi
tezgahtara. Alması gerekenleri ifade etmeye yetecek kadar. Nadiren
köpeğine fısıldardı. Sıcak yaz akşamlarında ya da bitmeyen
kış gecelerinde. Köpeği kulaklarını diker yüzüne bakardı.
Anlatacak hikayeleri vardı muhakkak. Fakat kimseye anlatmadı.

İki
gün önce doğudan gelen atlıları görmüştü rüyasında.
Geçmişinden gelenler. Eski yüzler vardı atların üzerinde.
Yaşamayan eski yüzler. Ona doğru sürüyorlardı atlarını.
Arkalarında bulutlar yükseliyordu. Fırtınalar koşturuyordu
peşlerinden. Nalınlarından kıvılcımlar çıkıyordu. Yaşamayan
yüzler atlarını ona doğru sürüyordu. Gözlerini açıp tavana
bakmıştı yaşlı adam. “Geliyorlar” demişti fısıldayarak.
Köpeği yine kulaklarını dikmişti karanlığın içinde. Sonrası
yine sessizlik. Bu yazın sıcak geçeceğini söylemişti daha
başında. Buraya geldiğinde sırtında olan silahı duvardan
indirip kapının yanına koymuştu o gecenin sabahında. Eski yüzler
geliyordu geçmişten. Şimdi hiçbiri yaşamayan.

Kurumuş
toprakların çatlakları arasından siyah bir böcek çıkıp
ilerledi hızlı adımlarla. Güneşin ışığında parıldadı
kabuğu. Çatlaklardan birinin ardında kayboldu. Vakit akşama
doğru. Yaşlı adam verandasındaki sandalyesinde. Bakışları
ufukta. Geleceklerini biliyor. Uzaklarda bir yerde atlılar
yaklaşıyor ona doğru. Yıllar öncesinin günahları. Pişmanlıklar
zihninde. Konuşmayı sevseydi belki ya da insanları, izah
edebilirdi olanları birilerine. Öyle biri değildi velakin. Köpeği
bahçede. Kısa bir an göz göze geldi onunla. Tek başına idare
ederdi buralarda. Öyle olmasını umut etti. Güneş gitmemek için
direniyor ufukta. Gölgeler uzayıp birbirine ekleniyor. Zihninden
geçenlerle alakalı söyleyeceği tek bir kelime yok yaşlı adamın.
Kurumuş topraklar güneşin kızıllığı ile boyanıyor. Ufukta
belli belirsiz bir toz bulutu. Geliyorlar! Bakışları köpeğine
takılıyor. Dünya üzerindeki tek dostu. Onu özleyeceğini
biliyor. Bir isim vermeliydi ona. Bunu düşünmüştü birkaç kez.
Kelimeleri sevseydi güzel bir isim bulurdu muhtemelen. Toz bulutu
giderek büyüyor. Siyah böcek çatlaklar arasından çıkıp ona ve
köpeğe bakıyor. “Bensiz kendine dikkat et!” diyor yaşlı adam
köpeğe. Yine kulaklarını dikip ona bakıyor. Siyah böcek hızla
ilerleyip çitin ardında kayboluyor. Kaçmaya başladığında
gençti yaşlı adam. Ardında bırakmak için her şeyi. Yaptıkları
ve yapmadıklarının pişmanlıkları zihninde. Atlılar seçiliyor
artık. Toz bulutu ufku kaplıyor. Köpeği kulaklarını dikip o
tarafa bakıyor. Ona zarar vermeyeceklerini ummaktan başka yapacağı
bir şey yok. Zincirleyemez onu. Zincirin ne demek olduğunu bilir
yaşlı adam. Size yaptıklarını da. Tüfeğin namlusuna sürüyor
mermiyi ve ayağa kalkıyor. Buradan ötede gideceği bir yer yok.
Atlılar geliyor üstlerinde tanıdık yüzler. Artık hepsi
ölüler…

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir