Sadakat

Araba
tek katlı evin önündeki küçük bahçenin kapısında durdu.
Şoför kapıyı açmak için çıkarken kıyafetini gözden geçirip
kravatını düzeltti. Hazırdı. Buraya gelebilmek için uzun yıllar
harcamıştı. Basit getir götür işlerinden haraç almaya, adam
yaralayıp gerektiğinde öldürmeye kadar. Yakalanan herkes suç
dünyasına istemeden girdiğini söyler. Çoğu yalan söyler oysa.
Her şeyi isteyerek yapmıştı o da. Adım adım yükselmişti
organizasyonun içinde. Şans her zaman onunla beraber olmuştu tüm
bunları yaparken. İki kez kıl payı yakalanmaktan kurtulmuş,
birkaç silahlı baskından küçük yaralarla kurtulmuştu. Açılan
kapıdan dışarı çıktı. Bahçe kapısının iki tarafında birer
araba vardı. Elleri önlerinde bağlı adamlar dikkatli gözlerle
onu süzerken evden çıkan birinin onlara doğru geldiğini gördü.


Hakan
karşısında duran şu küçük evden dünya çapındaki
imparatorluğunu yönetiyordu. Az çok suça bulaşmış herkes adını
bilirdi. Sayısız soruşturma ve mahkeme açılmıştı hakkında.
Hiçbirinden bir şey çıkmamıştı. Çok para harcamaz, ortalıkta
görünmez ve işlerini asla doğrudan yapmazdı. Adı bir hayalet
gibi her yerde olsada kendisi ortalarda görünmezdi. Nadiren evinden
çıkıp yakınlardaki bir kahveye giderdi. Şimdiye kadar hiç yüz
yüze konuşmamıştı onunla. Herkes gibi uzun zaman önce bir
mahkeme çıkışı çekilmiş fotoğrafını görmüştü. Hakan’ın
üç vekili, onların altında da yirmi askeri vardı. Vekiller
gençliğinden beri yanındaydı. Yerlerine kimse gelemezdi. Eğer
askerlerden biri değilseniz onların kim olduğunu bilemezdiniz.
Askerlerse organizasyon içinde yükselenlerden seçilirdi. Bir
askerin yerinin boşalmasının tek şartı onun ölmesiydi. Ya hata
yaptığı için öldürülür ya da yakalanırdı. O zaman da
hapisteyken ölürdü. İçerideyken kendinizi öldürmediğiniz
takdirde biri bunu sizin yerinize muhakkak yapardı. Kısacası bir
asker ölümüne bağlanırdı. Buraya gelmesinin sebebi askerliğe
kabul edilebileceğinin söylenmesiydi. Hakan onunla yüz yüze
konuşup kararını verecekti.


Evden
çıkan adam yanına gelip gülümsedi. Son derece kibar bir tavırla,
“Yavuz Bey hoş geldiniz, beni takip edin lütfen” dedi. Evin
önünde bekleyen adamlar aynı ciddiyetle onları süzerken ağır
adımlarla eve doğru yürüdüler. Ne ile karşılaşacağını
tahmin etmeye çalışıyordu. Hakan bir şeyler mi soracaktı yoksa
sadece sohbet mi edecekti? Eve yaklaşırlarken kapı açıldı.
Kapıyı açan adam üstünü aradıktan sonra onu içeri aldı.
Dışarıdan görüldüğünden daha büyük bir evdi. Kapı yedi
sekiz metrelik antreye açılıyordu. Sol tarafta kemerli bir kapı
ile girilen evin salonu vardı. Diğer odaların kapıları kapalı
olduğundan ne için kullanıldıklarını kestiremedi. Onu
karşılayan adam eliyle salon tarafını göstererek, “Buyurun,
Hakan Bey içeride sizi bekliyor” dedi. Teşekkür ederek oraya
doğru yöneldi. Heyecanına engel olmaya çalışıyordu ama bir
türlü başaramıyordu.


Hakan
girişin sağ tarafındaki kanepede oturmuş Türk kahvesi içiyordu.
Eşyalar herhangi bir evde görebileceğiniz tipteydi. Göze batan
tek bir şey yoktu. Nereye geldiğini bilmese emekli bir memur evi
diyebilirdi burası için. Hakan fotoğrafta gördüğü halinden çok
farklı değildi. Bunca yıl sonra hala aynı görünebilmesine
şaşırdı. Siyah takım elbise giymişti. Bembeyaz saçları sola
taranmıştı. Köşeli yüzlü, çatık kaşlı bir adamdı.
“Efendim merhaba” dedi boğazını temizledikten sonra, “Beni
istetmişsiniz”. Hakan ona bakmadan kahvesinden bir yudum alıp
oturduğu yerden kalktı. “Fazla konuşmayı sevmem” dedi
boğazından gelen bir sesle, “O yüzden beni takip et”. Hakan
sol elindeki iri yüzüğü düzeltip yürüdü. Antreye
çıktıklarında kapıyı açan adam önlerinden ilerleyip koridorun
sonundaki kapıyı açtı. Bir kişinin zar zor sığabileceği
merdivenler aşağı iniyordu. Hakan yaşından beklenmeyecek bir
hızla merdivenleri inerken onu takip etti. Aklından binbir türlü
şey geçiyor, bir yandan da korkusuna mani olmaya çalışıyordu.
Tekinsiz bir his düşüncelerini ele geçiriyordu. Buraya öldürülmek
için çağrılmış olabilir miydi? “Böyle bir adam buna tenezzül
edip seni çağırır mı?” dedi içinden. Düşündüğü şey çok
saçmaydı.


Bodrum
tek bir oda şeklinde, üst katın birkaç kat büyüklüğündeydi.
Yukarıdaki sadelik burada da göze çarpıyordu. Büyük bir
toplantı masası, içlerinde ne olduğunu tahmin bile edemediği
birkaç dolap, basit mobilyalardan oluşan iki farklı oturma takımı.
O sırada inilti, ağlama benzeri bir ses duydu. Sesin nereden
geldiğini anlamaya çalışırken, Hakan az önce onlarla beraber
aşağı inen adama göz ucuyla dolaplardan birini işaret etti. Adam
ağır adımlarla ilerleyerek dolabın kapağını açtı. Temiz
giyimli, on on beş yaşlarında bir kız sandalyeye bağlanmış,
korkulu gözlerle onlara bakıyordu. Hakan elini beline götürerek
bir silah çıkarıp Yavuz’a uzattı. Hiçbir şey anlamamıştı.
Kız neden oradaydı? Hakan silahı neden uzatıyordu? Bunun amacı
neydi?… aklına yüzlerce soru geliyordu. Soru sormamak için
kendine hakim olmaya çalışarak silahı aldı. Hakan zar zor
duyulan hırıltılı sesiyle, “Onu öldür!” dedi. Odada derin
bir sessizlik oldu. Kız korku dolu gözlerle onlara bakıyordu.
Duyduğu şeyin doğru olup olmadığını anlamak ister gibi Hakan’a
baktı. Bu bir sınav mıydı? Kıza dönüp baktı. Daha küçücüktü.
Birinin onu öldürmesi için ne gibi bir sebebi olabilirdi ki?
Kafasını öne eğip kısa bir an düşündü. Tekrar kıza,
ardından Hakan’a baktı. Kızcağız kapatılan ağzından tuhaf
sesler çıkarıp bir şeyler anlatmaya çalışıyordu. Bir nedeni
olmalıydı. Onu öldürmesini istemelerinin bir sebebi olmalıydı.
İyi de ufacık bir kızı öylece vuramazdı ki. “Ama neden?”
dedi fısıldayarak. Bir sebebe ihtiyacı vardı. Bunu yapmak için
iyi bir nedeni olmalıydı. Hakan dolabın kapağını açan adama
yine göz ucuyla işaret etti. Adam kapağı kapattı. Hakan
parmağındaki yüzüğü düzeltti. Hırıltılı sesi duyuldu,
“İnsanlar imparatorlukların sadakatle kurulduğunu zanneder”.
Elini uzatıp silahı istedi. Yavuz bir şeyler söyledi,
“İstediğinizi yapabilirdim efendim, sadece…”. Hakan elini
sertçe sallayarak, “Silah!” dedi bu kez. Hipnoz olmuş gibi
silahı uzattı. Buraya gelmek için yaptığı her şeyi bir çırpıda
harcamıştı. Toparlamak için bir şeyler söylemeliydi. Yeni bir
fırsat. Durumu düzeltebilirdi, her zaman şans yanında olmamış
mıydı. Hakan silahı tavana doğrultup tetiğe bastı. Ardı ardına
patladı silah. Ama tavanda tek bir iz olmadı. Kuru sıkı olduğunu
tahmin etmeliydi. Bir şeyler söylemek için hazırlandı. Hakan
fırsat vermeden konuşmaya başladı. “Oysa imparatorluklar
sadakatle değil mutlak itaatle kurulur”. Yavuz, Hakan’ın
arkasında duran adama göz ucuyla işaret ettiğini gördü. Silah
bu kez arkasında patladı. Sert bir şey kafasının arkasından
girip alnından çıktığında kopan parçayı gördü. “Bu”
dedi Hakan, “Öğrendiğin son şey oldu” Yavuz yere düşerken.

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir