Teşhis (4. Bölüm)

Karar vermek için
ne olduğunu bilmesi gerekiyordu. Ne olduğunu? Sahi gerçekten artık
neydi? Tanrı mı, insan mı, yaratık mı, deli mi, yoksa alelade
bir ölümlü mü? İki hafta geçmişti. Geriye kalan kısacık
zamanından iki hafta daha gitmişti. Karar vermesi gerekiyordu.
Ölmeden önce. Ölecekti! Bunu aklından bir türlü çıkaramıyordu.
Girdabın içinden çıkmaya çalışmak… bunu yapacak gücü
yoktu. Uykusuz geçen onuncu gece bitmek üzereydi. Keçeleşmiş
gibi hissettiği beyni ve artık kontrol bile edemediği düşünceleri
içinde boğulurken günün ilk ışıkları vurdu pencereden.
Duraksamadan dışarı attı kendini. Yağmur yağıyordu. Evden
çıkarken üstüne bir şeyler almalıydı. Kendine daha iyi
bakmalıydı. Zamanında doktorlara gidip kontrol olmalıydı. Bir
sürü şey yapmalıydı. Islanmak iyi gelmişti. Ya da dışarıda
olmak. Derin bir nefes aldı. Günlerdir olan tek iyi şey krizlerin
tekerrür etmemesiydi. Hiçbir yeri ağrımıyordu. Ağır adımlarla
boş sokakta ilerlerken çöp arabası yanından geçti. İlerideki
fırın pişirdiği ekmekleri dağıtmak için araca yüklüyordu.
Borçları fazlaydı ve yakında dükkanı kapatacaktı. Yıllar
sonra aynı işi yapacak ve başarılı olacaktı. Ağır ağır
ilerledi. Başkalarının düşüncelerinde ve geleceklerinde
kaybolmak en iyisiydi galiba. Sonra aniden durdu. Kaba inşaatı
bitmiş, otuz katlı bina. Daha önce defalarca yanından geçmişti.
Cisimleri hareket ettirebiliyordu, peki kendini?! Gerçekten bunu
yapabilir miydi? Yağmur şiddetlendi. Gökyüzündeki bulutlar
onları yırtarcasına ilerleyen şimşekle aydınlandı. İçinden
saydı, bin bir, bin iki, bin üç, bin dört… şimşeğin sesi
duyuldu. Yere baktı ve havalandığını düşündü. Öylesine ani
havaya yükseldi ki bir an duramayacağını sandı. Bina, binaya
gitmeliydi. Oysa şimdi onun iki katı havadaydı. Uzakta bir yerlere
yıldırım düştü. Binaya gitmesi gerektiğini düşündü. Tek
yapması gerekenin bu olduğunu bilmek tuhaftı. Henüz ucundaki
demirlerin kapatılmadığı, binanın en ucundaki sütunlardan
birinin üzerine indi. Bir başkası olsa, yaşayacağını bilen
biri belki sevinebilirdi. Hiçbir şey hissetmedi. Sadece buradaydı,
hepsi o.
Aşağıya şehre
bakarken yeni yeni uyanan insanların düşünceleri akmaya başladı.
Bunu tarif etmesi zordu ama düşünceler önündeki nesneler gibi
orada asılı duruyordu. Dikkatini vermediği müddetçe zihninin
içinden akıp gidiyorlardı. Hepsi ona bağlıydı sanki. Gözlerini
kapatıp diğerlerinin düşünceleri arasında kaybolmak istedi.
Üzüntüler, hakaretler, yalanlar, doğrular, iyilikler… aniden
gözlerini açtı. Birkaç kilometre ötesinde duran sarı bina.
Yeşil Apartmanı, dördüncü kat. Siyah montlu biri, az önce
öldürdüğü yaşlı çiftin yatak odasında yukarıdaki daireye
girmediği için kendine hakaretler ediyordu. Beklediği kadar şey
çıkmamıştı evde. Sorularının cevabı karşısında duruyordu.
Kim olduğunun bir önemi yoktu, asıl önemli olan ne yapacağıydı.
Yeniden yükselip oraya yöneldi.
Dördüncü kat
camının önünde havada duruyordu. İçerideki adam yatak odasından
çıkmış salondaki çekmeceleri karıştırıyordu. Camın ardından
ona baktı. Bakması gerekmiyordu bile. Orada olduğunu biliyordu.
İyi de ne yapacaktı? Polise mi haber vermeliydi? Yatak odasında
yerde yatan iki kişiden hiçbir şey gelmiyordu. Ne bir düşünce,
ne bir gelecek. Ona da böyle mi olacaktı? Nasıl öldürüldüklerini
biliyordu ama. Salondaki adamın zihnindeydi her şey. Hiçbir
pişmanlık yoktu orada. Sadece yanlış daireye girmenin kızgınlığı.
Mutfağa geçti siyah montlu adam, acıkmıştı. Polis kaç yıl
ceza verecekti? Yirmi, otuz, kırk yıl. Belki de daha fazla olurdu.
O kadar yaşarsa. O kadar yaşayacaktı. Hapiste bir başkasını
öldürecekti. Eğer öyle olacaksa polise haber verecek demekti.
Nasıl oluyor da kendisi ile alakalı hiçbir şey göremiyordu.
Siyah montlu adam dolapta bulduğu köfte patatesi yiyordu. İçeride
iki ceset yatıyordu. Polise haber vermeyecekti. Gördüğü gelecek
yaşanmayacaktı. Orada pencerenin ardında havada duruyordu.
Mutfaktaki adam oturduğu sandalye ile beraber mutfağın tavanına
çarptı. Üst kattakiler sese irkildi. Adamın beli ve omzu kırıldı.
Henüz ölmemişti, polise haber verebilirdi. Siyah montlu adam
öylece tavana yapışık inliyordu. Onu öldürmeyebilirdi. Fakat
öldürecekti. Bu kez adam hızla yere çarptı. Tavana çarptığı
hızın birkaç katıyla. Ve sonra yeniden tavana. Sonra yeniden
yere. Kemikleri un ufak olmuş, kan içinde bir et yığını. Artık
hapiste kimseyi öldüremeyecekti.

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir